Kulaklara aşk fısıldardı at üzerinde delikanlılar coşardı.
Çayır çimen nal sesiyle dolardı toprak bozkurt kokardı.
Yalnızlığın soluğundan sıcak rüzgarları dağlara salardı
Gökten aşk yağardı sırılsıklam Türk için ağlardı Asena
Masum bir masaldı Türk coğrafyası üstünde her daim
Türkiye'de önemli olan vatana hizmet değil amaca hizmettir. Birtakım odaklara ve gruplara hizmet ediyorsan başarılısın demektir. Yani iyi bir yönetmenin yatağından geçmedikçe başarılı bir assolist olamazsın mantığı her yerde geçerli. İşte bu yüzden birçok kurum ve kuruluş yatak odasından farksız. Affedersiniz her yer salatalığın keyfine göre yönetiliyor. İşte bu yüzden ortalık hıyar gibi adamdan geçilmiyor.
Düşünün bir genç üç yıl dershaneye gidiyor. Sonunda üniversiteyi kazanıyor. Derken tam bir bilgi ve beceriyle mezun oluyor. Ne mi oluyor? Tomrukçu oluyor. Çalıştığı masasının içinden sürekli hızar sesleri yükseliyor. Buna memur kafası deniyor. Çünkü kafası anca bunu kesiyor. Yani simetrik düşünüyor.
Ama gel gör ki çalıştığı kurumda bir kalas yönetici buluyor sonra racon kesmeye başlıyor. Bazen bu şahıs büyük kişilik belirtileri gösterip çok önemli tespitlerde bulunuyor. 'Dağdan kestim kereste gel bize bazı bazı.' deyip herkesi şaşırtıyor. Tabi bu şekilde amaçlarının niteliklerini ortaya koyduğu için büyük alkış alıyor. Kimler mi alkışlıyor?
Tabi ki kalaslar.
Türkiye tam bir ağaç cenneti. Böyle olunca da orman kanunları itibar kazanıyor. Bazıları ise bu kanunlardan cesaret alarak iyice kök salıyor. Sonra gelsin hızar sesleri gelsin amaca hizmet etmekten başka bir şey düşünmeyen düz memur kafası.
Peki hiç düşündünüz mü niçin bazıları orman arazisindeki bir villada oturmak istiyor? Cevabını ben vereyim: Orada kendini buluyor. Orada kendini görüyor. Hem orada kendi kanunları yaşıyor hem de istediği gibi kök salıyor.
Simsiyah el dolanır durur içimde
Akşam sabah dokunur yüreğime
Marazi hastalık dolar vadilerime
Dereler kurur duygularım kudurur
Açar acının çiçekleri şiirlerimde
Aynı çeşmenin suyunu içmekten yoruldu dudaklarım.
İltihap oldu her yanım gırtlağıma yapıştı tüm acılarım
Sinekler sivrisinekler daim hayatıma girdiler ne yazık
Kanımı akıtan tanıdık yüzler oysa sevdiğini söylediler.
Beni bıktırdı hep aynı rastlantılar hep aynı işkenceler
Yağmurlu bir geceydi arkana bakmadan gidişin.
Ne benlik bıraktı bende ne de namuslu bir yan.
Kara leke bulaştırdı ay yüzlü saatlere yürüyüşün.
Ben artık ayak izlerinde silüet gibi ezik yaşarım.
Sen ay ışığında yolunu bulur gidersin karanlıkta.
Bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyoruz.Belki üçüncü sınıf otelde kalmak gibi bir şey bu. Belki duvarlarında salya sümük şiirlerin olduğu, her an dökülmeye hazır sıvalarıyla alnına ilkellik kazılmış bir binada kalmanın diğer bir adı bu. Yani üçüncü sınıf dünya vatandaşı olmanın bir başka benzer tarafı bu.
Üçüncü dünya ülkesinde yaşıyoruz. Aslanlar kuş kovalamaz ama her gün yapmak zorunda kalıyoruz. Yani küçük hesaplar peşinde koşuyoruz. Yani kimlerle ve nelerle muhatap oluyoruz. Alabildiğine kuş kovalıyoruz. Kedilerin ise bu üçüncü sınıf otelin damında aslan gibi kükremesini duyuyoruz.
Üçüncü sınıf bir otel odasında ölüyoruz. Ve öldüğümüzden hiç kimsenin haberi de olmayacak. Çünkü dünyadan o kadar ayrı yaşıyoruz ki üçüncü sınıf bu oteli bütün dünya sanıyoruz. Hal böyle olunca da otel sahibini dünyanın en akıllı insanı sanıyoruz.
Her gün temellerimizden sarsılıyoruz. Dünyanın çivisi çıkıyor zannediyoruz. Oysa üçüncü dünya ülkesinde yaşamanın bedeli bu. Ve her gün bunu yaşıyoruz.
Her gece uykularımızı kaçırıyoruz. Otel odasında böceklerle, sürüngenlerle, uğraşıyoruz. Tahta ellerimizle üzerimizi kaşıyoruz. Habire kaşındığımız için de ondan bundan sürekli dayak yiyoruz. Ardından elimizi kime uzatsak cehennemi avucumuzda hissediyoruz.
Bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyoruz. Üçüncü sınıf otele kapatılan yabancı uyruklular gibi her gün tahrik ediliyoruz.Aşağılanıyoruz ve tacizlere uğruyoruz. Sonra ahlaksız, namussuz damgası yiyoruz.Sevgiye ve şefkate açken bol bol tutuklanıyoruz.
Beni seviyorsan kapımı dört kere çal.
Ya seni bekliyorumdur ya da azrailimi.
Kapım paslı çiviyle uzun süredir kilitli.
Şu dünyada senden başka kimim var.
Yalnızlık kötü şeydir duvara aşık eder.
Bedenime kazınan bir dövmeydi insanlar. Tenime yosun kokusu hakim olunca, mavi bir dalga yıkadı beni ansızın. Silindi tüm bedenime kazınan figürler. Ne güzel bir dokunuştu öyle sevgilim denizin ıslak elleriyle beni yıkayışları. Ipıslak bir aşkın dalga sesleriydi yürek limanıma ve koylarıma dolan. Dramdan bir şey kalmadı hayatımda o an. Sanki denizin üzerinde kızıl renkli bir buluttum. İçimdeki boşluğu deniz ve yağmur sularıyla doldurmuştum. Birikmişti yüreğimin barajına için için kaynayan serin sular. Sonra koyuverdim ruhumun coşkusunu tirübünlerden. Işık ve aydınlık doldu sinir tellerime. Gözlerim bir avize gibi parladı. Bir metropol gibi tüm sokaklarım neon ışıklarıyla doldu. Bir deniz kenarında ışıl ışıl bir şehir oldum. Tüm intiharları balkonlarımda tuttum. Pencerelerimden sokak taşlarına gözlerimden damla damla mutluluk döktüm. Öyle mutluluk vardı ki bende, sanki gökkuşağı altında bir ayçiçeği tarlasıydım. Çiftçinin alın terinde denizdim. Dalga dalga yayıldım bileğiyle, beyniyle emek sarfeden insanlara. Tüm asalak otları kopardım yüreğimden. Kimi sevdiysem, bir işçi gülüşü oldu aşkım. Sevginin namuslusunu, emeğin namuslusunu, duanın namuslusunu, inancın namuslusunu sevdim tecavüze uğramış hayatımda. Hayatımda şarapnel parçaları oldu insanlar. Hep yalanlarla, hep aldatmalarla, hep yaranmalarla doldu her yanım. Şiirlerimi vurdular, iddiasız bakış açılarıyla. Hep beni öldürmeye çalıştılar, aslında bir işe yaramayan şeytanın doldurduğu tüfeğe benzeyen insanlar. İnsanların asıl işi bir başkasına yama yapıştırmak oldu. Çünkü, kendisinden sağlam ve kaliteli kumaş çıkmayan insanlar, ya başkalarına yamandı ya da başkalarına yama taktı. İş yaşamında ve meslek hayatında kendini insanlığa adayanını rastlamadım. Oysa hep insanlıktan dem vurdular. Sonra bir kazana benzeyen göbeklerini doldurdular. Daima elleri ceplerinde poz verdiler. Ceplerini doldururken insanlar, beyinlerini ve yüreklerini boş verdiler. Bugün bu yüzden insanlardan deniz kenarına kaçtım. Sevgilim denize mahsun mahsun baktım. Denizin iyot ve yosun kokusu yetti bana. Attım kendimi denizin mavi yansımalarına. Deniz kıyısında mutluluktan bir martı gibi mutluluktan az daha uçacaktım. İnsanlar yolarken saçlarımı, deniz okşadı her yanımı. Sevgilim deniz ufkuna aldı beni. Ufuk çizgisiyle yeniden çizdi hayatımı. Bir su damlası kadar değil, kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeden taşırarak sevdi beni sevgilim deniz. Ağaçlara aşık oldum ama; ben en çok denizi sevdim.
Belki de hayatın hep kıyısında bulunduğumdan, ben en çok deniz kenarında bulundum. Bedenim daha soğumamışken, ben deniz kenarında canlı bir ceset oldum. Ruhumu çıkardım beden kalıbımdan. Yıkadım kendimi deniz dalgasıyla. Öyle bir deniz koktum ki, bedenimin deniz dibindeki balçıktan yaratıldığını sandım. Sonra sevgilim deniz bedenime üfledi deniz rüzgarlarını. Ruhum deniz rüzgarı gibi kıpır kıpır oldu.
Ben kumsallara da aşık oldum ama; en çok denizi sevdim. Çünkü ruhumun çöplerini ben kıyıya vurdum. Bu yüzden insanlar bana bir çöplükmüşüm gibi baktı. Bana bir adım atsalardı, aslında deniz olduğumu anlarlardı. Oysa insanlar sığ yaşamayı tercih ettiler. Bu yüzden bendeki derinliği hiç göremediler.
Sen benim hayatımda bir şiirsin.Seninle yaşadığım sürece şair olmaya devam edeceğim. Saçlarının, gözlerinin, ellerinin resmini kelimelerle çizeceğim.Sen billur bahçelerde yürüyen bir güzelsin.Sana gül renginde yollar döşeyeceğim.
Kar suları koparak gelir sımsıcak sahillere.Dünyanın yüreğini hoplatır, kumsaldaki suların dansı.Gider gelir dalgalar ve deniz.Gökyüzünde martılar çizer gözlerini.Ve ben sahilde ufka dalarak seni isterim.Kumlara yazarım dize dize özlemini.Bir şiir yazarım şarap tadında, denizin köpük köpük olduğu o vakit.
Hayat yüksekten düşmeye benzer.Bazıları yere çakılır, bazıları dört bacak üzerine düşer.Sonuç ne olursa olsun bir daha ayağa kalkamayan da olur, eskisinden daha güçlü bir şekilde yürümeye devam eden de olur.
Eğer gideceksen dur demem sana. Düşersen sakın bir daha gelme bana.Çünkü kimlere koştuysan onlar bulsun sana aşkın en güzelini.
Seninle ağlarım yağmur altında.Ipıslak olmak isterim seninle o saatlerde. Yollara yazarım adını.Yağmur her adını sildiğinde yine yazarım sana olan sevgimi.Seninle yaşardık aşkın en güzelini. Kırardık bütün zincirleri.
Eğer gidersen arkana sakın bakma.Çünkü sırtını dönüp giderken, ardında bırakacaksın senin için yazdığım tüm şiirleri.Dünyanın kanunu böyle.Kim beklemiş ki ardından sevdiğini. Kim gidenin arkasından saatlerce yas tutmuş ki.
Bir yanı uçurum olsun bir söz söyle bana
Kelimeler dağ gibi büyüsün dudaklarında
Çağır beni yaylalara, sarp yamaçlara
Dinlemeyeyim hiç kimseyi koşayım sana
Kapı gıcırtısı gibi olsun bir söz söyle bana
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....