Serçe parmağımda sana güvenişimin masal kuşları
Dudağında öpücüğün kızıl şafakları gözlerimde sen
Seni saçlarınla ninni ninni yüreğime bağladım anne
Bu fırtına bu duygu seli kolay kolay dinmez ki anne
Rüzgarlarla eser ılık nefesin seherde açan çiçeksin
Sen mavi gözlü kadın
Duygu denizinde
Midye kapanıklığı yaşar
Boynuna inciler takarsın.
Sen yosun kokan kadın
Kaybeden ben kazanan ben
Hem garibanım hem de yiğit
Öyle bir savaş var ki bende
Yenen benim yenilen de ben
En güzel sözler sende saklı
Sakın ağlama güneş seni ısıtacak
İçin alev alacak kalbin donmayacak
Beyaza düşen kan kırmızı çiçeksin
Ayaz yemiş duygularınla sen gülüm
Bütün şehir senin için ayaklanacak
Yüreğimin duygu coğrafyasında ürkmüş bir impala var
Sevgi damlasından arta kalan ıslak dudakta ateşin var.
Korkun birikirken gönül nehrimde hayalin uzayıp gider.
Boğulurken hatıralar yaprak yaprak sulara aksin düşer.
Çıplak ayakların sulara değerken yakamozlar karışır
Bak beyaz güvercinim!
Ben seni savaşçı ruhumla severim.
Ve içimdeki şiddet arttıkça,
Senin varlığına ters düşerim.
Bak gör içimdeki şiddetin izlerini!
Biz de atlar gibi doğduktan bir kaç saat sonra koşabilseydik, maymunlar gibi bizi soğuktan koruyan uzun tüylerimiz birkaç gün içinde çıksaydı böyle bir zekaya gerek kalmayacaktı. Demek ki zekanın en önemli görevi insana doğada yardım etmek ve insanı korumak gözetmektir. İnsan zekası sayesinde barınır, yer, içer.
Demek ki zeka temel ihtiyaçlarımızı karşılamamızı sağlıyor. İnsan mağaraya girdiğinde zekasının sonucu olarak ateş yaktı, ısındı yemeğini yedi. Sonra mağaranın duvarlarına resimler çizdi. İşte insan doğayı o zaman yorumladı. Zeka doğada ayakta kalabilme gücü iken bir anda yorumlama, yaratıcı olma gücü oldu.İnsan zekası sayesinde alt çizgiden çıkıp bir üst çizgiye geçti.
İnsan benden çıkıp kendini büyüterek insan olma gerçeğini yakaladı ve toplumsallaştı. Sonra ne oldu? Bu sefer ırklara ayrıldı, o da yetmedi, dinlere ayrıldı; sarışınlar, zenciler diye ayrıldı. Bu sefer özelleşme yetisini yitirdi. Yığınlar içinde kayboldu.
Demek ki insan, zekası sonucu ilk önce doğaya uyum sağladı, sonra doğayı yorumladı, daha sonra ben oldu, en sonunda ise toplumsallaştı.
Peki neyi halletti. Aslında hiçbir şeyi. İnsanı en son model araba olarak düşünün. Bu araba kendi direksiyonunu kullanamıyorsa, ona birileri binip yön veriyorsa, kaportasının sağlamlığı ya da ne kadar hız yaptığı önemli midir? Üstelik gideceği yollar önceden çizilmişse ve o çizilmiş yollardan çıkıp kaza yapabiliyorsa bu dünyada en son model veya en iyi araba olmanın bir anlamı var mıdır? Bir lüks araba uçurumdan düşüp sonra bir hurda yığını haline gelebiliyorsa, o arabanın öncesinin ne önemi vardır.
İnsan kendini geliştirir, geliştirir en olgun döneminde ölüp mezara gider. Peki bunca en iyi olma çabasının sonucu toz toprak olmak mıdır?
Neden yaşarız. Çok kereler Tanrı'ya beni öldürmesi için yalvarmışım da, yine beni yaşatmaya devam etmiştir. Ve yine aynı acılarla ve yine bir teli kopan saz gibi... Ben buna rağmen elimden geleni yapmışımdır. Yine şarkılar söylemişimdir. Öyle çaresizlikler yaşamışımdır ki, gecem kurşun gibi ağır olmuştur; gündüzüm kısır bir buluta dönüşmüştür. Hayat bir gemi olmuş, denizler kurumuştur. Bir deniz olmuştur hayat, tüm gemilerimi alabora etmiştir. Hayat bir güvercin gibi bazen caminin saçaklarına konmuştur. İşte o saçaklar buz tutmuştur. Neden yaşarız. İnancımız bize eziyet çekmeyi öğretir. Bir cennet hayaliyle çekilir mi peki bunca acılar? Cennet onursuz insanların mekanı mı olmuştur? Bunca şerefsizlik ve onursuzluk yaşadıktan sonra, cennet kapıları bana ardına kadar açılsa yine bir fare gibi o kapıların arasına sıkışırım ve viyk diye bağırırım. Çünkü ben bu dünyada cennetten kovulmuşum. Başka bir mutluluk açar mı bana kapılarını? Şahittir bana 'Neden bunca insan arasından beni buldu? ' diyen insanların feryatları. Bir ıssızlık yaşarım ki karanlık içinde kaybolmuş bir mezar gibi sadece taştır dünyayla tek bağım. Nice kereler Tanrı'ya yalvarmışım da beni öldürmesi için, bana bir mezar yalnızlığını layık görmüştür. Neden yaşamak beni ölmekten beter etmiştir? Saçımın tek bir teli benim için çok değerli iken, neden bir rüzgar hiçbir saçımı okşamamıştır? Gelmiş geçmiş ağaçların yaprakları ve tohumları kadar hayat bir yere düşüp bir sürgü verirken neden bazı dalları sert rüzgarlar kırmıştır? Hayat bir gemi olup mavi sularda yol alırken neden insan pusulasını kaybetmiştir? Neden beni Tanrı bu kadar yanarken, bu kadar su su diye ağlarken bir balık olarak yaratmamıştır da çölde bir kaktüs olarak yaratmıştır? Gözyaşlarım yere düşse, hemen üzerinde yürür. Sonra bana bak, senin hayatını karartırım der. Sanki ben onun cenneti ne kadar arzuladığını görmem. Onun iyiliği bu kadardır. Beni mahvederse cennete gidecek. Beni yok ederse varlık bulacak. Neden Tanrı'm sana inananlar şerefsiz olur; sana inanmayanlar ise daha onurlu olur? Neden Tanrı'm sana inanan her şeyi yapma hakkını kendinde bulur, bu beni düşündürür. Sana inanan her türlü yola başvurur. Bilirim girdiğimiz kapılardan çıkarız. Bilirim bazı insanlar ise kendilerine bir çıkış yolu bulur, kapıdan bacadan da olsa dışarıya kavuşur. Çünkü sen onlara bağışlanma kapısı açarsın. Çünkü cennet kapılardan oluşur. Nerede bir Tanrı'ya inanan varsa, orada hırsızlık olur, hazıra konma olur. Yok bana inanmıyorsan gel Tanrı'm bir araştırma yapalım. Şehrin en mahrem yerlerine epeyce bir para koyalım. Camilere, kiliselere, havralara, kütüphanelere, üniversitelerin giriş kapılarına, en nezih mağazalara değerli bir eşya koyalım. Bak bakalım kaçından geride iz kalır? Beni bağışla Tanrı'm. Ben senden çok kereler beni öldürmeni istemişimdir. Oysa beni onursuzluğumla yaşatmışsındır. Demek ki bana çok kereler şans vermişsin. Ben senden şans istemiyorum artık. Çünkü şansımı çok zorluyorum. Senden Tanrısızların kadar onurlu bir hayat diliyorum Tanrı'm.
Lanet olsun içimdeki insan sevgisine. Lanet olsun bana intiharları, bunalımları reva gören herkese. Yaşamak zorunda bırakıldığım ne olduğunu anlayamadığım acılara, isteklere, elemlere; sayısal değerlerin tek değer yargısı kabul edildiği ideolojilere ve her şeye yazıklar olsun bin kere.
Tüm beyinlere ve yüreklere adım bir silik yazı gibi dolsun. Herkes mezar taşından daha küçük görünsün. Tüm gözleri toprak doyursun.
Kimse beni hatırlamasın.Taşlaşmış ruhlara söyleyin saraylar köşkler ne yapsın?
Lanet olsun bana ne yapmam gerektiğini değil de ne yapmamam gerektiğini dikta eden zihniyetlere. Şiir yazanlara, adamım diyenlere, insanlık dersi verenlere, kendini üstün ırk kabul edenlere yüz bin kere lanet olsun.
Dünyayı cehenneme çevirenlere, kendi kişiliğine methiyeler düzenlere, her yere darağacı dikenlere ve sonra insanım diyenlere yazıklar olsun.
Lanet olsun içimdeki insan sevgisine. Beni beğenenlere, sevenlere ve sevmeyenlere herkese lanet olsun.
Oyuncak bebeği kanlı olan çocuğun, masallarındaki kurtlar insanlardır artık. Bir acının sesidir kulaklarda. Feryarlar ve figanlar küçük gözlerden boşalan iri gözyaşlarıdır. Duvarlara vursa sesin ey çocuk, sıvaları dökülür. Niçin işitmez feryadını insanlar ey çocuk, bir oyun bozandır hayat diye mi? Ey çocuk, kaç kez döverse dövsün kıyılarını dalgalar, kayalıklarında yine de kuş yavalarına izin ver. Martılar anlar derdini belki. Bir başkasının çocuğu, senden hep değerli olur. Bir başkasının çocuğu, babasının kara köküdür ey çocuk. Köküne kiprit suyu dökmeye çalışman, matematiksel bir hatadır ey çocuk. Başkalarının çocukları parmaklarıyla hesaplar yaparlarken, babalarının elleri hep tetiktedir. Senin ağlaman ey çocuk, onlar için bir ziyafettir. İpek yastıklar, kadife yataklar onların yatak odalarını süslerken, senin evin onların kan içtiği bir meyhanedir. Ey çocuk, onların babalarını tanırsın, anneleri kim bilir nerededir? Tankı üzerine süren, namluyu sana çeviren, arabayla üzerinden geçen bir erkek, karısına ve çocuklarına ne anlatır ey çocuk bilemezsin. Dünyada aldatmaktan dolayı nice kadınlar ve erkekler boşanırken, Irak'ta kadınlara tecavüz edenler, çocukları kurşuna dizenler hala eşleriyle sevişmekteler. Yalandır bu dünya ey çocuk, sen de yalansın. Çünkü dünyada her gerçek, doğru değildir. Seni öldürenler, gerçekten şeytanın evlatlardır. Sen ise ey çocuk doğru bir çizgisin, her kesin yamuk çizdiği bu dünyada. Ey çocuk, sen büyüklerinin bir oyuncağısın. Çocuk oyunlarının bozulduğu bir dünya, çocuk parklarının hiç olmadığı ya da az bulunduğu bir şehre benzer. O şehrin kapılarını ise, zulüm açar sadece. Ey çocuk, büyüklerin nokta olduğu dünyada çocuklar acı bir hikayedir. Bu hikayenin altına imza atanlar, hiç merhamet bilmeyenlerdir. Merhamet bilmeyenler, dünyanın en büyük cahilleridir. Ey çocuk, iki gözün, iki nehirdir. Ey Dicle'nin ve Fırat'ın çocuğu! Senin diğer çocuklardan ayrılan yanın, gözlerindeki petrol rengidir.
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....