Onur Bilge Şiirleri - Şair Onur Bilge

Onur Bilge

Uyandım, dinliyorum; yankılanıyor sesin
Yarıyor karanlığı, sessizliği, nefesin.
Yüreğinden yansıyan Allah aşkı ne derin!
Haykır, haykır! .. Sesini duyacak mı kaderin?

Devamını Oku
Onur Bilge

Yoktan var edildin, yok olacaksın
İki yok arasında varlık mı olur!
Var'ı kavrayacak, yok olacaksın
Varlık'tan habersiz, varlık mı olur?

Devamını Oku
Onur Bilge

Ta siyaha kadar karışsın, renkler
Nasılsa, şeffafı bulmak imkânsız!
Beyaz lekelenmiş; sabun, su bekler
Palette tertemiz kalmak imkânsız!

Devamını Oku
Onur Bilge

Bilgi çiçek çiçek, siz derersiniz
Hemen her konuda rakipsizsiniz.
Cümle cihan kabul eder, ersiniz
Herkese şiirde rakip, sizsiniz.

Devamını Oku
Onur Bilge

Paylaşılan her şey azalır, biter
Alan, arkasını dönerek gider.
Sevgi, paylaştıkça çoğalır, canım!
Sevgi, bitmek bilmez, herkese yeter.

Devamını Oku
Onur Bilge

Alaz alaz ateş alan yangına
Yanıp ağlayalım haydi durma gel
Yalım yalım göğe ağan yangına
Rüzgâr sağlayalım haydi durma gel
Yoksa ağlayalım haydi durma gel

Devamını Oku
Onur Bilge

Onur BİLGE

Işıl’ın şakasının ardından gelen ciddi söyleşimizden sonra yaratılanlara bakış açımız farklılaştı. Etrafımızdaki her şeye daha dikkatli bakmaya, üzerinde düşünmeye ve o şeye, birbirimizin dikkatini çekmeye başladık. Kimimiz gökyüzüne bakıyor, bulutları seyrediyor kimimiz ayaklarımızın altındaki Bursa’yı seyrediyorduk. Bazı arkadaşlar, birbirlerine, ilk defa görüyormuş gibi bakıyor bazıları da çevredeki çiçekleri inceliyordu. Düşündükçe ve konuştukça; mesele, gittikçe derinleşiyor, inceliyordu. Herkes ince eliyor, sık dokuyordu. Âlimin dediği gibi kâinat kitabını okuyordu.

Birkaç genç Bediüzzaman’a, yani zamanın en iyisine gelerek, devrin değişmesinden, artık okullarda din ağırlıklı derslerin okutulmadığından yakınmışlar:

Devamını Oku
Onur Bilge

Onur BİLGE

Kasımım sonları... Hava oldukça soğuk, yatağım sıcacıktı. Uyku, dünyanın en güzel olayı, uyanmamak en kolayıydı. Günlerden Pazar, vakitlerden sabahtı. Uyumak rahat, uyanmak eyvah’tı, ah’tı! Saat ona geliyordu. O kadar yorgun ve bitkindim ki bir türlü toparlanıp kalkamıyordum. Ara sıra annemin sesini duyuyordum. Alçak bir sesle, artık uyanmam gerektiğini söylüyordu. Kalkmam gerektiğini ben de biliyordum. Kalp atışlarım hızlanmış, vücudumda hafif bir terleme oluşmuştu. Beynim uyuşmuş, bilincim gidip geliyordu. Sesle kendime geliyor, gözlerimi açamadan tekrar uyumakta olduğumu hissediyordum. Gece geç saatlere kadar ders çalışmış, ders notlarımı temize çekmiştim. Sağ elim şişmiş, parmaklarım kapanmaz olmuştu.

Kalkıp duş almalı, açılmalıydım ama ne mümkün! Üstüme ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Çay kokuları duyuyordum. Birazdan, kızarmış ekmek kokuları da gelecekti. Bardaklara, tavşan kanı çaylar dolacak, ekmeklere tereyağı sürülecekti. Tulum peyniri ve ceviz... Aman Allah’ım! Karnım acıkmış, iştahım kabarmıştı. Fakat şu uyanmak, uyanabilmek ne zor işti! Hele kalkmak ve yürümek...

Devamını Oku
Onur Bilge

Onur BİLGE

Aralık... Yine bir pazar günü... Viranenin üst salonunda, kömür sobasının başındayız. Havada bir gerginlik, bir sıkıntı! Bizde de öyle... Herkes oflayıp pufluyor, çatacak yer arıyor! Başı ağrıyan, içi sıkılan, en küçük şeye sinirlenen, bir aşağı bir yukarı dolaşan, kendisini derse veremeyen... Sabahtan bir şey yoktu. Öğleden sonra gökyüzü sarardı, kızardı, karardı; hepimizi kasvet bastı! Sonra bir rüzgâr çıktı. Ortalığı toz toprak kapladı! Dışarısı, ala fıcırık boz duman! Kıyamet koptu kopacak!

Kapı! “Tak tak tak! ..” Zili de kullanmıyor. Olanca gücüyle vuruyor. Kapıyı yıkacak! Ahmet, Selçuk’a işaret etti ama yine elindeki işi bırakıp, kendisi koştu, açmaya.

Devamını Oku
Onur Bilge

Onur BİLGE

Vakit ilerlemiş, yağmur yavaşlamış, hava kararmak üzereydi. Levent, Orçun’u alarak dışarıya çıktı. Giderken de akşam yemeği için bir hazırlık yapılmamasını söyledi. Bir süre sonra da ellerinde kocaman paketlerle geldiler. Kızarmış piliçler ve bir büyük tencere dolusu pilavla... Okulun yakınındaki restorandan almışlar. Yanlarında gelen garsonu tanıdım. Pilav tenceresini, servis tabaklarına boşalttı, tencereyi alarak gitti.

Onlar gelinceye kadar; Ahmet, İhsan’ı ekmek almaya yolladı. Duygu’yla Neşe marul salatası yapmaya başladılar. Masalar birleştirildi, örtüleri serildi. Sofra kuruldu. Getirilenler açıldı, tabaklara kondu; salata, masalara paylaştırıldı, ayranlar dağıtıldı. Ekmekler, alelacele dörde taksim edildi. Doğru dürüst bir şeyler yiyemeyen, çoğu zaman simitle tostla geçiştiren çocuklar, iştahla yemeye başladılar. Yine de diğerlerinden şanslıydılar. İyi veya kötü ama en azından temiz şeyler yiyorlardı.

Devamını Oku