İstanbul iki yaka, tek kainat güzeli
Sevgiye mazhar olmuş her asırda, her çağda.
Bizans oyunlarına içlenmiş olacak ki
Türk mühürü vurulmuş, mübarek toprağına.
Muharip kadırgalar aşarken tepeleri
Tan yelleri nem çalarken, yapraklara çise çise
Bir gül diktim toy gönlümün, mağrur sevda bahçesine.
Ham ipekten köynek giyip, çaldım yarin kapısını
Viran eyledim gönlünü, çok lafta sığ bir heceyle.
Elim uzattım boş kaldı, feryat ettim, aldırmadı
Gün biterken dorukların beyaz bulutları solmuş
Alaca karanlıklara, hayaletler dadanmıştı.
Ahali uyku faslında, beşeri kargaşa durmuş
Kör ve sağır duvarlardan, feryatlar yankılanırdı.
Bu ahu-zar, albino kız, sekiz dokuz yaşlarında
Bağın çisesi mi vurmuş, sürmeli kipriklerine
Al mendilim sende kalsın, yoksa meyil vermedim mi?
Halinde tatlı bir sitem, nispet suskun dillerine
Yeminlerini bozmadan böyle aşkla sevmedin mi?
Hani nerde büyüleyen imtiyazlı gülüşlerin
Cennetle yad edilen o gül bahçelerini
Gelecek nesillere bırakmalı, severek.
Karşıki yamaçların figanda bülbülleri
Boz-bulanık sellere artık dur demek gerek.
Bu meskun mahalleri harabeye çevirir
Sevrler gördüm, zor günlerde ayırdılar ikimizi
Kederliydim al yanaklım, duvara çaldım sazımı.
Sen mısralarımda tuyuğ, sevdalarımın öznesi
İstersen bütün varımı, vermez miyim Türkmen Kızı?
Şu Kerkük'ün kalesine baba ocağımdır, derdin
Her Türk için istiklal, mukaddes emanettir
Vatan aşkından gelir, cevherindeki kuvvet.
Cehalet hezimettir.
Bilge kumandanlarla efsane orduları
Kefenlerini giyip, zafere ant içerek
Mevzilere yığdılar, bütün varlıklarını
Çeşmenin başına güzeller gibi
Tane tane inip uçuyor kuşlar.
Diyardan diyara şölenler gibi
Sanki halay çekip, göçüyor kuşlar.
Bağlamada teller, nasıl, ses ise
Laf cambazlığı yok diye
Dilsiz Gürcü mü sandınız?
Boyu, endamı yerinde
Nasıl fark eden olmamış?
Sırma saçlar ince belde
Dağıtır hoyrat elde, tarifeli rüzgarlar
Kınalı, gür saçlarını.
Gamzeli yanakların naif renkleri solar.
Sızlar yazması değse, çatlamış dudakları.
Islak kirpiklerinden kan ile hicran damlar
Utanır çiselesem
Dehşet yazıyor.