Nilgün Acar Şiirleri - Şair Nilgün Acar

Nilgün Acar

Bir fotoğraf
her gün bakmasam da
usuma ruhuma kazınan
gözlerimin önünden silinmeyen
yüzüme tokat gibi inen

Devamını Oku
Nilgün Acar

Masmavi göklerin altında
güneşi içerdi kana
ilkyaz yağmurlarıyla yıkanır
toprağı emerdi kökleriyle
serin yellerle oynaşır
arılarla sevişirdi doyumsuzca

Devamını Oku
Nilgün Acar

ONLAR HİÇ BÜYÜMEYECEK

9 Mayıs 1993’ten beri,huzurevi-rehabilitasyon merkezleri ve bakım yurtlarında kalıyorum.Hayatın dayatmaları sonucu da olsa,kendi seçimimdir böyle yerlerde kalmak.Kendimi anlatmayacağım bu kez.İlk kez,Niğde-Bor da bir huzurevi ve rehabilitasyon merkezinde kaldım.Orada,iki dünyayı birden öğrendim.Engelli ya da normal yaşlılar ve aynı arazide bulunan çocuk yuvasında,6-12 yaş arası çocuklar.O yaşlı insanlardan,hayatın bambaşka-acımasız yüzlerini öğrendim.Hiçbiri kimsesiz değildi.6-8-11 çocuğu olanlar vardı ve yine de huzurevine bırakılmışlardı ya da kaçırılmışlardı evlerinden.Onca yıl çalışıp çabalamış,sayısız emek vermişler.Eşleri-evleri-çocukları olmuş,onları yetiştirip,yuva sahibi yapmışlar ve en gereksinim duydukları anlarda,kendilerini bir huzurevi odasında bulmuşlardı.Kimseye yük-sorun-huzursuzluk vermeme adına.Yalnızlığı tercih etmiş ya da ettirilmişlerdi.11 çocuğu olan çok,çok yaşlı bir amca.”Zaten çok zor şartlarda,yoksullukla büyüdüm.Anam dağlardan ot toplar,bize yemek yapardı.Savaş zamanlarıydı.Ben,çocuklarım biraz daha rahat etsin diye,sırtım yatak yüzü görmeden çalıştım.11 çocuğum var ve birisi bile beni görmeye gelmiyor.”Derdi.Gözleri hüzünle dolarak,çok uzaklara dalar giderdi.Adımı ilk sorduğunda:”Ne biçim adın var senin? Kur’anda yok.İnsan,Ayşe-Fatma koyar.”Demişti.Çok gülmüştüm.”Benim ne suçum var amca? Sen bana Ayşe de o zaman.”Yanıtını vermiştim.8 çocuğu olan teyze.Tüm varını yoğunu,çocuklarına,sağlığında paylaştırmış.Bakılacağına dair söz aldığı halde,kendini huzurevinde bulmuştu.Ölemedim diye ağlıyordu hep.Ve,birlikte kaldığım 85 yaşındaki,Zarife teyze.Anneannem yaşındaydı o zaman.Bir sürü çocuğu ya doğar doğmaz,ya da küçükken türlü hastalıklardan ölmüş.İki kızını yaşatabilmiş.45 yaşından sonra da bir oğlan doğurmuş.Kocasıyla beraber onu çok şımartmışlar.Kocası ölünce de,oğluyla başa çıkamaz olmuş.”Arkadaşlarının yüzünden,serseri olup çıktı.Bir işte de tutunamadı,evliliği de yürümedi.Alkolün tutsağı oldu.Şimdi,sokaklarda sürünüyor.Diye anlatırdı.Biricik oğlundan nefret eder,onu hiç görmek istemezdi.Ben şaşırırdım.Bu nefret,alkol yüzünden olamaz diye düşünürdüm.Düşüncemde de haklıymışım.Edindiğim bilgiler,gerçekten korkunçtu.Oğlu ona ya tecavüz etmiş,ya da etmeye yeltenmişti.O da,önce akrabalarının yanına kaçmış,sonra da huzurevine yerleştirilmişti.Zarife teyze,bunları bana anlatmıyordu.Ben de,hiç bilmiyormuş gibi yaptım.Çok değişik,yöresel bir dil kullanıyorlardı,Zarife teyze ve diğer yaşlılar.Çoğu sözcüğü,tümcenin akışı içinde anlamaya çalışıyordum.Anlayamadıklarımı soruyordum.Zarife teyze,kanser ameliyatı geçirmiş.Ama ben oradan ayrıldıktan yıllar sonra bile yaşadı.Yoğurda pekmez karıştırıp yemesini ondan öğrendim.Harika bir tat oluyor.Sanırım o yüzden,çok uzun ömürlü oldu.Vee çocuklar…Yaşlı amca ve teyzeleri ilk gördüğüm günlerde,çok ağlamıştım.Alışamamıştım bir türlü.Yatalak olanlar,aylarca dört duvarın arasında kalıyorlardı.Yanlarına gidip sohbet ediyordum.Azıcık rahatlasınlar diye.
Yuva çocuklarını bahçede ilk gördüğüm zaman da,o kadar üzülmüştüm ki,ne yapacağımı bilememiştim.Çoğunun anne-babası vardı.Ya ayrılmışlardı ya da birisi ölünce,diğeri tekrar evlenip,çocukları yuvaya vermişlerdi.Bir kız hınçla,”Annemden nefret ediyorum.”diyordu.Çok acı çekiyordu.Sadece babası ilgileniyormuş.Onu ne kadar rahatlatmaya çalışsam da boştu.Bir anne,üç kızını birden bırakmak zorunda kalmıştı.Büyük kız,Niğde deki yetiştirme yurdundaydı.Çocuklarla da arkadaş olmayı başarmıştım.Beni çok seviyorlardı.Bahçede dolaşıyor,odama getirip onlara yiyecekler veriyordum.Üç kızkardeşten ortancası,bana anne diyordu.Bir gün odama daldı.Balkonda oturuyordum.Bana sımsıkı sarıldı,hıçkırıklarla ağlamaya başladı.Susmuyordu konuşamıyordu.Dakikalarca öyle kaldık.Kucağımda tutuyor,saçlarını okşuyordum.Tabii ben de ağlayarak.Ailesinden biri öldü filan sanmıştım.Yavaş yavaş duruldu ve sorabildim.”Ne oldu kızım? ”diye.” “Ankara dan,annemin yanından geliyorum.Ondan ayrılmak istemiyorum ben.”Dedi.Derin bir soluk alarak,”Buna ağlanır mı? Bak benim annem de Ankarada.Yine gider görürsün,sus ağlama.”diyerek,öptüm yanaklarından.O çocuklar,asla tam bir duygusal zekaya sahip değillerdi.Yaşlarından geriydi davranışları.Aşırı şımarık,saldırgan,hırçındılar.Sevgidir insanı büyüten.Normal davranışlara yönelten.Bunu,şimdi kaldığım yerdeki çocuklarda ve gençlerde de gözlemliyorum.Yaşları kaç olursa olsun,onlar büyüyemiyorlar.IQ’ları düşük kalıyor çoğunlukla.Çok az,kendini aşabilen.Öylesine sevgiye muhtaçlar ki…Birisinin ziyaretçisi ya da gönüllü bir kimse geldiğinde,hemen etrafını sarıveriyor,boynuna atılıyorlar.Lütfen unutmayın.Sizin bildiğinizden,bambaşka yaşamlar,size ihtiyacı olanlar da var.Arada bir de olsa,bir çocuk yuvasına-yetiştirme yurduna,huzurevine uğrayın.Tutun ellerinden,kucaklayın en kimsesizi.Hiç kimsenin,gelecekte ne olacağı belli değil.
Nilgün ACAR
29.06.2008

Devamını Oku
Nilgün Acar





Lüks bir otel odasında
pembe pembe kanadı

Devamını Oku
Nilgün Acar

Tenim yalnız
yüreğim
usum
benliğim
tüm varlığım
yani ellerim

Devamını Oku
Nilgün Acar

Dört bölümlü zaman yumağı
döndükçe dünya çözülür usul usul
yüzyıllar boyu durmadan
görünmeyen eller dokur nakış nakış
sonsuzluğun usta sanatçısıdır doğa

Devamını Oku
Nilgün Acar

YILDIRIMI KİME? NEREYE ŞİKAYET EDECEĞİM?
Hava yine çok iç sıkıcı.Gökyüzü kalın,kirli yüzlü bulutlarla kaplı.Şu bulutları,bir güzel yıkamak geliyor içimden.Bembeyaz olmalı.Ya da pembe-mavi-mor-turuncu.Hepsi de açık,uçucu tonlarda.İçimin-yüreğimin renkleriyle boyamalı,ruhumun çılgınlığıyla biçimlendirmeliyim.Neler,neler çizerdim? Her şeklin üzerine de,tüm dünya insanlarının,hatta canlı-cansız her varlığın anlayacağı,tek bir dilde,şiirler yazardım.Sevgiyi anlatırdım.Gözlerimdeki ışıkları serperdim.Sonra,bulutlar birbirlerine dokunduklarında,kucakladıklarında,iç içe geçtiklerinde çıkan o korkunç seslerin yerine.BEETHOVEN’ ın 9. senfonisini çaldırırdım.NEŞEYE ÖVGÜ. Ya da KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ diye adlanlandırılan o eşsiz şiir,yine o eşsiz müziğin eşliğinde dolardı insanların kulaklarına-ruhlarına.Korkup kaçmaz,elleriyle tıkamazlardı kulaklarını.Daha da iyi duymak için kapıları,pencereleri sonuna dek açarlardı.Sokaklara çıkarlardı.Bulutlar gibi,birbirlerini,ağaçları,kedileri,köpekleri,taşları,otları kucaklarlardı.Belki bazıları,damlalara tutuna tutuna,bulutlara ulaşır,onları kucaklarlardı.Çiçekler sevinçten dansederlerdi.Tam bir şölen olurdu.Neden olmasın? BEETHOVEN’ da çıkar gelirdi,gittiği yerden belki.Çektiği acıları geride bırakmış ve kulakları duyar bir biçimde.Yıllar önce bir doktorum,bana yazdığı o güzelim mektubunda, ” BANA BEETHOVEN’I ANIMSATTIN VE DERİN DERİN DÜŞÜNDÜRDÜN.” Demişti.Çok,çok gençtim.İlk adımlardaydım.Sadece sezmiştim.Tam anlayamamıştım demek istediklerini.Ama bende,çok büyük bir merak uyandırmıştı BEETHON’a karşı.Daha sonra,onun müziğini çok,çok sevmiştim.Öğrenmeye çalışmıştım yaşamını.Evet-evet,gökgürültüsü yerine,hep BEETHON’ın 9. senfonisi duyulmalı her yerde.Eminim,BEETHOVEN ilk kez ve sürekli,çok mutlu olurdu.Birlikte mektuplar da yazardık,bulutlara.İnsanlar,hiç olmazsa günde bir kez,toprağın-otların-çimenlerin-kayaların.Hatta dalgaların üzerine sırtüstü uzanıp,ellerini başlarının altına yastık yaparak okurlardı o şiirleri ve mektupları.Kimsenin içi sıkılmazdı bulutlardan.
Anneannem çok korkarmış gökgürültüsünden.Dedem camlara halı çakarmış,o korkmasın diye.Annem de korkardı.Kardeşim çığlık çığlığa bağırırdı.Annem evde olmadığı zamanlarda camlara,kapılara tırmanırdı.Komşulara kaçardı.Ben o zamanlar korkmuyordum.Annemle kardeşimi de anlayamıyordum.Sonra bir akşam,çok şiddetli bir gökgürültüsüyle birlikte,elektirikler kesildi.Her yer,kapkaranlık oldu.İlk kez,o zaman çok korkmuştum.Sonra,sanırım annemi göre göre,bilinçaltıma yerleşti bu korku.Olayın ne olduğunu biliyorum.Ama yine de korkuyorum.Utanıyorum ama korkuyorum işte.Bu korkumu yenmek,ondan kurtulmak için,bir gün çok şiddetli bir yağmurda,şemsiye dediğimiz korunaklı bir yerde.Hem de acaip gökgürültüleri arasında,inadına dakikalarca-saatlerce,dışarıda kaldım.Tam bir işkenceydi.Hayır,hiçbir şekilde geçmedi korkum.Aslında ben,şiddetli gürültülere karşı çok hassas olduğum için böyleyim.Tüm ani seslerden,kapı çarpmalarından bile irkilirim.Bir hafta önce,yağmur yağıyordu.Hem yağmuru sevdiğimden,hem de susuzlık sorunu olduğundan seviniyordum.Saat:16,30 sıralarında,apansız bir ışıkla birlikte,sanki bomba patladı.Görevli olduğum yerde,sadece elimle ağzımı kapatabildim.Çığlık bile atamadım.Meğer bizim şemsiyenin paratönerine,yıldırım düşmüş.Çevrede onca yüksek yer varken,düşecek bizim başımızı mı buldu şu yıldırım? Hiçbir yere düşmesin ama bize de düşmeseydi ne olurdu sanki? Anında,santralımız bozuldu.Tüm telefonlar kesildi.Ertesi öğlen onarıldı santral.Ama benim,internetimi de yok etmiş,hain yıldırım.O gün başka işlerim olduğundan açmamıştım bilgisayarımı.Ertesi akşam,ilk önce bilgisayarım da açılmadı.Kapatıp,yeniden denediğimde açıldı,ama hiçbir biçimde,internete giremiyordum.Zaman zaman olan kesintilerden sandım.Ne ki günlerdir açamıyorum internetimi.Yetkililere söyledim.Bilgisayarcı gelinceye dek bekleyeceğim.Ooof of.Şimdi ne kadar çok mail ve mesaj birikmiştir? Tam da,kitabımın çıkma ertesinde.Yazışmalarım,iletişim kurmam gereken insanlar var.Altüst oldu her şey.Dilerim,basit bir sorundur? Aslında,beni böyle zarara uğrattığı için,yıldırıma dava açmam gerek.İyi de,ben yıldırımı kime? nereye şikayet edeceğim? Günlerdir bunu düşünüyorum.Ve yanıt bulamıyorum.Gel BEETHOEN, en iyisi,hiç olmazsa,seninle şu bulutların düzenini değiştirelim.Böyle haksızlıklar yapmasınlar.Ve bu değişim,olumlu anlamda,diğer kötü düzenlerin değişmesine de başlangıç ve neden olsun.
Nilgün ACAR
23.03.2008

Devamını Oku
Nilgün Acar

Vurdular umudu
gün ortasında battı güneş
çekip gitti Haziranda yeşiller
nötron bombalıydı Mayıs

kopkoyu karanlıkta

Devamını Oku
Nilgün Acar

ÖZGEÇMİŞİM
18.11.1954 yılında Kayseride doğmuşum.Erken,çok güç ve evde doğum nedeniyle,beynimdeki hareket merkezleri hasar görmüş.Yani,ben bir Spastik’im.Kayseriyi hiç bilmiyorum.Hayatımın çok büyük bir bölümü,Ankarada geçti.
Okula gidemedim.Ama ailemi çok zorlayarak,küçük cadılığımla,bana okuma-yazma öğreteceksiniz diye baskı yaptım.Annemin az bir yardımıyla,hemen öğrendim.Sonra,tüm bir yaşam,evrenler açıldı önümde.Çünkü,elime ne geçerse,kanmaz bir susuzlukla okuyordum.
Bana kitap yetiştiremiyorlardı.Daha okuma-yazma öğrenmeden önce,masallar uydururdum,ders kitaplarındaki şiirleri değiştirirdim.Sonra küçük öyküler,mektuplar yazdım ve kimseye göstermeden yırtıp attım.Şiir yazmaya başladım,sakladım onları.
Hep evde,duvarların arasında tutuluyordum.Yapayalnızdım,arkadaş ve insanları çok özlüyordum.20-21 yaşıma dek böyleydi.Sonra,hayır ben dış dünyaya açılacağım.İnsanları seviyorum.Arkadaşlarım,çevrem olacak.Beni engelleyemezsiniz dedim.
Önce gazetedeki bir ilana yazdım.Arkasından bir dergideki yazıya yanıt verdim.O yanıtımla,tüm türkiyeden,yurtdışından,mektuplar yağdı.Seçtiğim mektup arkadaşlarımla birer-ikişer tanıştım.

Devamını Oku
Nilgün Acar

GÜNLÜĞÜMDEN- 10?
Yağmur’un pişirip hazırladığı,mantar yemeğini ve içinde küçük portakal kabukları olan, kakaolu pudingi yedim. İkisi de süper güzeldi. Yağmur, hep güzel yemek yapıyor.
Biliyor musun Tutku? Bu gün ölebilirdim. En azından, çok kötü yaralanabilirdim. Alanyum’daki Turkcell’e gidiyorduk Yağmur’la. İki cadde geçilmesi gerekiyor yan yana. Yeşil yanınca geçmeye başladık. Ortada durulması lazım, otomobillerin geçmesi ve diğer yeşil ışığı beklemek için.
Bana bir şey oldu. Sanki beynim uyuştu, ya da başka bir yere gittim uzayda. Çok sorun vardı kafamda ve sanırım, hepsini birden düşündüm. Durmamışım, geçmeye devam etmişim. Sağ tarafımdan gelen klakson sesleri ve Yağmur’un çığlıklarıyla, uyandım sanki. Başka yerlerdeydim de, nerede olduğumu fark ettim. Farkedince de, hemen arabamı geri aldım. İyi ki, paniğe kapılma huyum yok. Anında, gerekeni yaparım. Ama gerçekten çok korktum. Ölmek istemediğimi anladım.
Küçük oyunları, hafif riskleri, bazı gıcıklıkları severim, yaparım. Ama bu kez, asla hiçbiri değildi. Beynim uyumuştu. Belki ölüm meleği çağırmıştı beni. Ama bu dünyadaki sürem ve yapmam gerekenler bitmemiş demek ki. Allah korudu. Evet. Daha yaşamam gerekiyor. Y A Ş A Y A C A Ğ I M.
Nilgün ACAR 02. 04. 2010 ALANYA

Devamını Oku