Kültür Sanat Edebiyat Şiir

tımarhane duvarı sizce ne demek, tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

tımarhane duvarı terimi Maria Puder tarafından tarihinde eklendi

  • Maria Puder
    Maria Puder

    KADIN HAKKI


    Uzun zamandır bir yerden başka bir yere gitmek için otobüsü tercih etmediğimden içimde garip bir sıkıntı vardı. Şehirler arası yolculuklarda otobüse binmek benim açımdan hiç ama hiç keyifli olmamıştır. Bir yerde uzun süre oturamadığım dan otobüste geçen sürenin işkence olduğunu bile söyleyebilirim.

    Dolabımdaki en rahat kotu ve en salaş bluzu üzerime geçirdim. Saçlarımı şöyle bir düzeltip tepede topladım. Hafif bir makyaj yapıp aynada bir süre kendimi izledim. Sol kaşımın üzerindeki dikiş izi yine canımı yaktı. Bir izin bir yaradan daha çok acıttığını sadece yaşayanlar bilir. Siyah gözlerimi biraz daha ortaya çıkarırsam koyu renk saçlarımla uyumu nedeniyle bu yara izini ilk bakışta görünmez kılabilirim diye düşündüm. Sürme ve rimel bu işi halledince kendi aksime bir göz kırptım. Bu sır benim kendimle aramda sonsuza dek kalacak bir yara izi kardeşliğidir.

    Birkaç eşya, iç çamaşırı, diş fırçam falan işte… Hayatım kadar sıradan şeylerimi sırt çantama, kalan yükümü yüreğime tıkıştırıp… Bir şey… Hah! Kitaplarım tabi ki. Az kalsın unutacaktım. Gerçi artık e-kitap diye bir şey var ama sayfalara dokunmanın büyüsünün yerini bir türlü alamıyor. Sırt çantama dört tanesini sığdırmaya çalıştım. Yok. Olmuyor. Sadece üç gün için dört kitabı ne yapacaktım acaba? ‘’Kırmızı Pazartesi’’ kesinlikle iyi bir seçim ve bir de ‘’Sabahattin Ali’nin Tüm Şiirleri’’ olursa bu iş tamamdır. Keşke geçmişin yüklerinden de bu kadar kolay kurtulabilseydim. Neyse ki yanıma iki sağlam yol arkadaşı aldım da kafamdaki öcülerin beynimi kemirmesine kısa aralar verebileceğim.



    - Sen benim güzeller güzeli kardeşimsin. Şu kömür karası gözlerine baktıkça kendimi hiç suçlu hissetmiyorum. Hem biz Âdem’in çocukları değil miyiz? Biz en baştan beri böyle çoğalmadık mı? Bak, seni Allah benim olasın diye gönderdi. Eğer öyle olmasaydı bana bu duyguları verir miydi? Şu dokunduğum gül yanakları, şu sırma saçları, şu öptüğüm kiraz dudakları başkasına vermek nimete hakarettir. Bu insanın başını döndüren kokunun başka bir adamın başını döndürmesine izin vereceğime seni ellerimle boğarım. Beni anlıyor musun küçüğüm. Sen benimsin ve hep öyle kalacaksın. Bunu da ikimizden başka kimse bilmeyecek. Eğer bir kişi bile öğrenecek olursa Allah bizi cezalandırır ve cehenneme gideriz. Cehennem çok korkunç bir yer. Oraya gitmek istemezsin değil mi prenses?



    Sağ elimle sol bileğimi öyle sıkmıştım ki tırnaklarımın etime geçmesiyle kendime gelebildim. Oturduğum koltukta yerde duran sırt çantama boş boş bakıyordum. ’’Sadece dokuz yaşındaydım. Bana yaptığı kötülüğün kötülük olduğunu bilmediğim halde bana yaptıklarından tiksiniyordum’’ dedim çantamın üstünde duran kitaba bakarak. Derimin her yerinde gezinen o elleri düşündükçe her gün daha fazla nefret ediyorum kendi etimden. Ellerimi göğüslerime götürünce hıçkırıklarımı duymaya başladım. ‘’Bunlar’’ demişti. ‘’İşte bu gül goncası memelerinin tadı sen büyüdükçe daha da güzelleşiyor prenses’’. On ikinci yaş günümde ben bebekken ölmüş babam da dâhil tüm erkeklerden nefret etmemi sağlayan hediyemi vermişti abim. Önceleri sadece dokunduğu ve öptüğü vücuduma artık sahip olmuştu. Annemse fakirliğin çamurunda boğazına kadar batmış bir halde bulduğu her işi yapmakla meşguldü. Ev temizliğinden tut, bulaşıkçılık, başkalarının eşyalarını yıkamak, ev yemekleri yapmak… Tek yapmadığı şey çocuklarının unuttuğu gözlerine bakmaktı. Sadece bir kez baksa çektiğim acıyı bağıra çağıra ona anlatacaklardı gözlerim. O, beni yirmi beş yaşındaki işsiz ve işe yaramaz abime emanet ettiğinden gözü arkada kalmadan diğer ihtiyaçlarımız için koşuşturup duruyordu sadece. Benim acı içinde öldüğümü hiçbir zaman görmedi. Görmek istediğinde ise artık çok geçti. On üç yaşımda abimi öldürdüğümde ancak gözlerime bakmasını sağlayabilmiştim. ‘’Sen benim yıllar sonra gelen mucizemdin. Neden?’’ diye sorduğunda yüzüne donuk gözlerle baktım. Kulağına eğilip ‘’Abim ise beni Allah’ın onun olayım diye gönderdiğini söylemişti. Hanginize inanmalıyım?’’ dedim. ‘’Gözlerime bakmak için çok geç kaldın anne ‘’ dedikten sonra ellerimde kelepçelerle ayrıldığım o eve bir daha hiç dönmedim. İşte bu gün annemin cenaze törenine katılmak için (ki bu sadece sıradan bir görevden fazlası değil) kâbuslarımın hala nefes aldığı o dört duvara gidiyorum.

    ‘’Taşıdığım bunca gönül yüküyle belki de bu otobüsün en ağır yolcusu benim’’ diye düşündüm seyahat edeceğim otobüse binerken. Şoförün hemen arkasındaki koltuğun cam kenarına yerleşirken bir gürültü koptu kapı önünde. Bir kadınla şoför sert bir tartışma halinde otobüse bindiler. Konuşmalardan anladığım kadarıyla kadın bayan yanı bileti olmasına rağmen bir erkek yolcu ile yan yana yolculuk yapacağını öğrenip olay çıkarmıştı. Seyahat şirketi görevlileri topu şoföre atıp kadın yolcu ile ikisini baş başa bırakmışlardı. Tüm biletler satıldığından çözümü otobüs içinde halledin deyip aradan çekilmişler. Ne mi oldu? Gürültücü hanım efendiyi benim yanıma oturtarak yine bir marazdan nasibi almamı sağladı kader. Kadın yanıma oturduktan sonra bir süre daha söylenip sustu. Derin bir nefes alıp bana dönerek baştan aşağı süzdükten sonra konuşmaya başladı.

    - Merhaba, bunca şamata ile sizi de rahatsız ettim. Kusura bakmayın. Aslında bu kadar tahammülsüz biri değilimdir. Ama hem hata yapıp hem de bu kadar pişkin olmaları canımı çok sıktı. Sadece bayan yanı istedim. Bunu başarmak çok mu zor?

    Böyle bir sohbetin başlamasına hiç hazırlıklı olmadığım için ilk önce afalladım. Yutkunarak zaman kazanırken kadını yan gözle şöyle bir inceledim. Oldukça güzel ela gözleri ve beline kadar uzun, ipek gibi kumral saçları vardı. Oda benim gibi rahat kıyafetler tercih etmişti. Orta boylu ve çok alımlı bir kadındı. Üstelik yüz hatları az önceki hırçın kadınla hiç uyumlu olmayacak derecede yumuşaktı. Nedensiz bir yakınlık hissettiğim bu kadınla sanki ortak bir geçmişimiz, ortak paylaşımlarımız olmuş gibiydi. Benim böyle hissetmeme neden olan durumu yolculuk bitmeden öğreneceğimi henüz bilmiyordum.
    - A! Evet oluyor bazen böyle tatsızlıklar. Geçmiş olsun size de. Takmayın artık geçti gitti. Yolculuğunuzun tadını kaçırmaya değmez.

    Ağzımdan lakayt bir samimiyetle çıkan bu sözlere kendim bile şaşırmıştım. Aramızda bir anda gelişen samimiyetin etkisi ile sohbet aralıksız yarım saat kadar sürdü. Konuşmaktan çok anlaşılmaya susamış iki insanın bir otobüsün yan yana koltuklarında buluşması oldukça güzel bir tesadüftü. Öyle miydi?

    Sıradan sohbetimizin içindeki sıra dışı ayrıntılar bizi ortak noktalarımıza birer birer ulaştırıyordu. Tanıştığımız andan itibaren ikimizin de isimlerimizden ve de işlerimizden soru sormayışımız ilk ortak noktamız olmuştu. İlk ortak noktamızın bu olduğunun benim kadar onun da farkında oluşu ise ikinci ortak noktamızdı artık.

    Şoför ve muavinin fısır fısır kendisinin dedikodusunu yaptığını fark ettiğinde ‘’kadınlar hakkında sadece erkeklerle konuşulur. Böyle buyurdu Zerdüşt’’ deyip kahkahayı patlattıktan sonra bu kadının benim tarzım biri olduğunu tam olarak anlamıştım.

    Devam eden sohbetin yerini muavinin ‘’çay mı, kahvemi’’ şeklinde limon sıkmasıyla sessizlik aldı. Oturduğum koltuğun yanına sıkıştırdığım kitabımı çıkarıp biraz okumaya karar verdim. Tam ayıracı parmaklarımın arasına alıp kaldığım sayfayı açıyordum ki;

    - Demek ‘’Kırmızı Pazartesi’’. Şerefe o zaman.

    Onun ne demek istediğini başımı kaldırdığımda elinde aynı kitabı kadeh gibi havada tuttuğunu görünce anladım. Aynı anda gülüştük. Her zaman bir kitabı okur gibi değil de yer gibi içer gibi hissederim. Onun da böyle bir benzetme yapması şaşırtıcıydı.

    - Bu benzerliklerin arasında sanırım biz bu kitapları okuyamayacağız.
    - O zaman ön yargılardan bahsedelim

    Kurduğu bu cümleden anladım ki oda benim gibi kitabı ilk kez okumuyordu. ’’Biz iki kadın dünyayı değiştirebilir miyiz sence? ‘’ dedim.


    Devam edecek...




    D...

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    - Tımarhane duvarı size neyi çağrıştırıyor?

    + İçinde sevgi olmayan her yeri....

  • İrem Başar
    İrem Başar 29.04.2018 - 05:25


  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    sen beni bide onun yanında gör ;))))))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    CAM KELEPÇEYE EVET


    Ilık bir süzülüşle
    Geri dön hayat,
    Bırakma yeryüzü salına
    tünemiş pek kara kuşlar
    Örtsün bakışımı,
    Görmek acısı sürsün
    pencere tutsağının
    Düşsün hayatı suya...

    Nilgün Marmara

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Deli kadınlar iyidir...
    Onları çok severim.
    Çünkü ne kahkahaları tutsak,
    Ne gözyaşları sınırlı,
    Ne arzuları mahpus,
    Ne öfkeleri prangalıdır.

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Eywallah...

  • Maria Puder
    Maria Puder

    :))) teşekkür etmeyelim mi yani

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    Bu duvarda paylaşılanları üzerinize alınmayın lütfen çünkü anonimdir efenim!!!

  • Aşk Olsun
    Aşk Olsun

    üniversite de ilk okuduğumuz kitapti

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Çok güzeldi teşekkür ederim efenim :)))))))))

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann 27.04.2018 - 12:19

  • Mirii Mirann
    Mirii Mirann

    İnsanı kurtaracak olan yine kendi içindeki "İnsan"ın inşası; adalet duygusu ve vicdanıdır. Çünkü vicdan, "İnsanın içindeki tanrıdır."

    Yılmaz Odabaşı

  • Maria Puder
    Maria Puder 27.04.2018 - 11:32

  • Maria Puder
    Maria Puder

    ''turgut uyar'ın olmayan şiirdir.
    oğlu uyar'ın şiiri olmadığını açıklamıştır.
    bir yerde okuduğuma göre adının bilinmesini
    istemeyen birisi şiiri turgut uyar'a hediye
    etmiştir.''

    palyaço

    i.

    kaç kişiyi öldürdüm düşlerimde
    kaç kilo çekerdi yalnızlık
    kaç kere ezildim altında
    yaz yağmurlarının

    belki de palyaçolar ağlardı pazartesi sabahları
    her sirk geldiğinde ağlamaklı olurduk
    hep ağlamaklı olurduk gülünecek halimize

    kim sevmezdi çiçekleri filan
    ?ben sevmezdim? dedim, ?yalan? dedi

    bunu palyaço söyledi,
    palyaço söyledi ben yazdım
    yazdım, yazmasam ağlayacaktım

    herkes ağlarmış biraz, ben de ağladım
    sırf bu yüzden mi ağladım
    alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz

    biraz birazdım her şeyden
    dün biraz sinirlenmiştim mesela
    yarın bir kadını seveceğim biraz
    biraz biraz kör oldum bügünlerde

    ama rakı kadehlerini boşaltmayın
    eksilmesin hiçbir şey
    hiçbir şeyden dahi olsa
    kalsın biraz

    ii.

    umursamıyorum yılgınlığımı filan
    çünkü sessizce yaşanmalı her şey
    bir devrim sesszce olmalı mesela
    ve her sözcüğüne inanmalı bir palyaçonun

    bir palyaço neden yalan söylesin ki
    ben palyaço olsaydım söylemezdim
    marangoz olsaydım da söylemezdim
    ben insan olsaydım yalan söylemezdim!

    hem nereden çıkardınız palyaçonun yalnızlığını
    kaç kilo çeker ki bir palyaço
    hem neden yüzüme vuruyorsunuz
    bir çirkin ördek yavrusu olduğumu

    gocunmam ki ben, ben gocunmam
    bir palyaço ne kara gocunmazsa
    o kadar, o kadar gocunmam işte

    rakı doldurun! eksilmesin

    iii.

    bitmedi, yazacağım daha
    yazmazsam ağlayacağım çünkü
    alçakça olacak biraz

    hem biz o zaman kimdik ki, nerelere giderdik
    her sokakta biraz daha eksilirdik
    bilirdim, geceleri puslu puslu olurdu bazen
    bazen birisi fısıldarmış gibi olurdu
    ?duyamadım?, derdim, ?tekrar et!?
    sessizliğe bürünürdü o vakit her şey
    sokaklar daha bir puslu
    palyaçolar daha bir ağlamaklı olurdu
    ve ben daha bir alçak olurdum
    ağlardım biraz

    hem sen kimsin, çekiştirme diyorum
    hatta kuyruğuma basma diyorum
    acıyor, tırmalarım,-
    diyorum

    kahrol, kahrol!
    diyorum

    iv.

    geçen gün yüzüme rastladım bir ilan panosunda
    korktum birden, kusacak gibi oldum
    ?olur öyle? dedi palyaço,
    ?herkes alçaktır biraz?
    ?otur ulan!? dedim, bağırdım ona
    ben bazen bağırırım biraz

    ?rakı doldur!? dedim, ?eksilmesin!?
    ben bazen eksilirim biraz
    aslında hepimiz eksilirmişiz biraz
    bunu sonradan öğrendim

    ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
    herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
    bunu da sonradan öğrendim

    örneğin;

    geçen gün bir kadınla seviştim
    biraz değil çok seviştim

    ya işte öyle palyaço
    diyorum ki,
    bunu da yeni öğrendim
    sevişmek de eksilmekmiş biraz

    v.

    kim sevmezdi ki kuş ötüşlerini filan
    ?ben sevmezdim? dedim, ?yalan?
    dedi
    bunu palyaço söyledi
    palyaço söyledi, ben yazdım
    yazmasam, alçak olacaktım
    hem ben roman da yazdım biraz

    bazen diyorum ki, palyaço,
    sen olmasan ben ne yaparım
    alçakça eksilirim belki biraz
    her yağmur yağışında yerindi dibine girerim
    hiçbir kadının kasıklarını öpemem belki
    ya da unuturum sonradan öğrendiklerimi

    biraz biraz anlıyorum ki,
    yüzler eller, o terli vücutlar filan
    her şey plastikmiş biraz

    vi.

    haydi sirtaki yapalım palyaço
    rakı doldur, yine eksildik biraz.

  • Maria Puder
    Maria Puder 25.04.2018 - 14:09

  • Maria Puder
    Maria Puder 25.04.2018 - 14:06

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Sinem

    1.
    Gözlerimi açtığımda kopkoyu bir karanlık karşıladı beni. ‘’Neredeyim?’’ diye boşluğa seslendim. ‘’Kimse yok mu?’’ dedim yüksek sesle. Sanki kendi sesim beni kendi sorularımla karşılıyordu. Yankı gibi değil de kendini tekrar eden bir zaman sıkışmasında takılıp kalmak gibi tuhaf bir his veriyordu.

    Gözlerimi kapatıp bir süre daha bekledim. Ellerimle oturduğum yeri taradım. Beton bir zemin üzerinde buz gibi soğuk bir duvara yaslanmış oturuyordum. Öyle bir soğuk ki hem yanmış bir yere pansuman yapmak gibi iyi geliyordu hem de öyle kalmaya devam ettikçe hislerimden arındırıyordu. İyi geldiğini sanmama rağmen bu soğukluk içime dek işleyip beni üşütüyordu.

    ‘’Duvar!’’ dedim aklıma gelenin heyecanıyla. Sırtımı duvara vererek hareket edebilirdim bu karanlığın içinde. Belki de buradan çıkmanın bir yolunu bu sayede bulabilirdim. Hevesle ayağa kalkıp gözlerimi araladım. Gözlerimi hep açık tutarsam bir süre sonra karanlığa alışıp bazı şeyleri görebilirim belki diye düşündüm. O kopkoyu karanlık gözlerime yeniden dolunca rahatsız oldum. Buna rağmen gözlerimi açık tutmaya devam ettim.
    İlk adımlarımı atmaya başladığım anda içimde bir umut yeşerdi. İçinde kaybolduğum öyle zifiri bir karanlıktı ki sanki onlarca el boğazımı sıkıyor ve beni nefessiz bırakıyordu. Bu derece ışıksız kalmak tarifsiz derece de kötüydü. Belki sadece birkaç dakikadır bu karanlıkta yol alıyordum ama bana sanki saatlerdir yürüyormuşum gibi yorucu gelmişti. Kendi nefesimden, adım seslerimden başka hiç ses yoktu. Sanki koskoca evren de tek başıma kalmış gibiydim.

    Adımlarım birbirini duvar boyunca takip ederken,ellerimle duvarı yokluyordum. Elimin altında ahşap bir dokunun varlığını hissettim. ‘’Kapı!’’ dedim sevinçle. Bu kapı ise mutlaka bir kolu olmalıydı. Ellerim yerinde duramayan afacan bir çocuk gibi hareketlenip ahşap dokuyu taramaya başladı. Sonunda o metal kapı koluna dokunduğum anda çıkış biletime kavuşmuş olduğumu anlayıp sevinçle bir çığlık attım. Kapının kolunu yavaşça aşağıya doğru çevirdim. Açılmadı… Yeniden, yeniden, yeniden denedim. ‘’Bu kapı kilitli lanet olası!’’ dedim bağırarak.

    O karanlık rutubet kokan odada hapistim ve ben bunun sebebini bile bilmiyordum. Saatlerce sürdüğünü düşündüğüm bir süre boyunca ağladım, bağırdım, yalvardım ve sonunda bitkin düşüp uyuyakaldım.


    2.

    Uyandığımda gözlerimi hafifçe araladım. Odanın içi gözlerimi yakacak derecede aydınlıktı. Gözlerimi ovuşturarak yeniden açmayı denedim. Gözlerime dolan ışıkla birlikte binlerce iğne batıyormuş gibi canım yandı. Işık öyle yoğun ve sıcaktı ki bir süre önce yakındığım karanlığı özlemeye başladım. Kıvrıldığım köşede iyice küçülüp yok olmaya çalıştım. Işığın değdiği her noktam alev alev yanıyordu. Gözlerimi açamıyor olmama rağmen ışık sanki bir jilet gibi göz kapaklarımı kesiyor ve beynime kadar yakıyordu. Yüzümü duvara dönüp ışıktan kaçmaya çalışsam da duvarın sıcaklığı yüzümü yakmaya devam ediyordu. Tüm bunlara rağmen ışığın verdiği acı bir süre sonra alışmak zorunda olduğum bir mecburiyet gibi gelmeye başlamıştı. Beni yakıp kavuran bu aydınlık hayatta kalmam için katlanmak zorunda olduğum bir güçtü. Onun kurallarına uymak ve beni dilediği gibi yakmasına izin vermek zorundaydım. Böyle yaparsam tenim bir süre sonra bu teslimiyete alışacak ve eskisi gibi acımayacaktı. Öylece kaldım…

    Sonunda acının dayanılmaz olduğunun farkına yeniden vardım.Biraz daha böyle kalırsam tenim ileri derece de yanacağından acının daha da artacağını anladım. Aklımdaki saçma sapan fikirlerden kendimi kurtarıp yeniden adım atmaya karar verdim. Bu kez yüzümü duvara dönüp canımın acımasına aldırmadan yürümeye başladım. Aydınlıktan kaçmaya çalışırken öyle hızlı hareket etmiştim ki çok daha çabuk vardım kapıya. Elimi kapı koluna attığımda metal çok fazla ısındığından elim şiddetle yanmaya başladı. Ben buna da aldırmadan kolu aşağıya doğru indirdim. Büyük bir üzüntüyle, ‘’kapı hala kilitli’’ dedikten sonra acıya daha fazla dayanamayıp bayıldığımı düşünüyorum. Sonrasını hatırlamıyorum.

    3.


    Dokuzuncu senfoni çalıyordu.Hem de öyle bir çalıyordu ki yeri göğü inletecek kadar yüksek bir volümde kulaklarımdan tüm bedenime bir karınca sürüsü gibi hücum ediyordu. Aç kalmış yüzlerce karınca beynimi kemiriyordu sanki. ‘’Oysa ben klasik müziği çok severim’’ dedim fısıltıyla, onca gürültüde sanki beni biri duyabilirmiş gibi utanarak. Gözlerimi açmaya korkuyordum. Beni neyin beklediğinden duyduğum endişe yüzünden gözlerimi açmaya hiç heveslenmedim. Ama müzik bitmek bilmiyordu. ‘’Kulaklarımdan kanlar fışkırsa ve sağır olsam keşke’’ dedim daha yüksek sesle.

    Gözlerimi aralamaya karar verdiğimde bir odanın ortasında uzandığımı gördüm. Işık fazla değildi, karanlıkta yoktu. Yattığım yerden doğrulup gözlerimle etrafımı taramaya başladım. Çevremde bir sürü camdan odacık vardı. İçlerinde insanlar vardı. ‘’insanlar!’’ diye bağırdım. Çok sevinmiştim. Dünyada tek başına kalmışlığın duygusu öyle ağır gelmişti ki bir camekânın arkasında bile olsalar etrafımda insanların olması beni mutlu etmişti. Onlara seslendim. Beni duyup görmeleri için el hareketlerimle de kendimi göstermeye çalışıyordum. Oysa hiç biri beni görmüyor ve duymuyordu. Orada ben hiç yokmuşum gibi davranıyorlardı.

    Bir camekâna yaklaşıp ne yaptıklarını anlamaya çalıştım. İlk bulunduğum yerden onları net olarak göremiyordum. Ben daha aydınlık bir noktada sanki sahnede gibiydim. Onlarsa daha loş bir ışıkta fazla seçilemiyorlardı. Bir adamın bir kadını sürekli bıçakladığını görünce midem ağzıma geldi. Kussam belki de rahatlayacaktım. İlk şoku atlatınca ayrıntılara biraz daha dikkat ettim ve… Bu nasıl bir yerdi böyle? Adamın sürekli bıçakladığı kadın bendim. Ya da bana çok benzeyen bir kadındı. Kadının attığı çığlıkları müzik yüzünden duyamıyordum ama çektiği acıyla haykırışını yüzünden ve tüm bedeninden oldukça net anlayabiliyordum.Adam ise sıradan bir iş yapıyormuş gibi oldukça rahat ve hatta daha da kötüsü keyifliydi.

    Onları daha fazla izleyemeden bir diğer camekâna geçtim. Bir başka adamın yine tıpkı bana benzeyen bir kadına tecavüz ettiğini izlemek zorunda kaldım. Midem bulanıyor ve başım dönüyordu. Sonra sırayla diğer bölmelerde bir köpeğe işkence edildiğini, bir çocuğa anlatılamayacak şeyler yapıldığını, bir bebeğin öldürüldüğünü, bir askerin kendi kafasına defalarca dirilip yeniden sıktığını, beyninin arkasındaki duvara dağıldığını gördüm. İmam kıyafeti giymiş bir adamın üzerinde ayetlerin yazılı olduğu kâğıtlardan önce ok yaptığını sonra bir kadının gözlerini bu okla defalarca oyduğunu izledim.

    Tüm bunları izlerken sürekli kendimi daha da hasta hissediyordum. ‘’Otomatik portakal’’ dedim şaşkınlıkla. Ben bir kitabı yaşıyordum. Bu nasıl olabilirdi? Tıpkı kitaptaki gibi önce tırnaklarımla duvarları saatlerce tırmalayıp tırnaklarımı yerinden sökene kadar buna devam ettim. Bir sağa bir sola koşup atlayıp kurtulabileceğim bir pencere aradım. Yoktu! Buradan hiç çıkış yoktu… Yüklendiğim onca acı, üzüntü, bulantılar, öfke gibi ağır duygudan sonra bitkin düştüm. Sanırım yeniden uykuya daldım.


    5.
    Uyandığımda kendi odamdaki kanepe de olduğumu gördüm. Ben bir sin koleksiyoneriyim. Kaza geçirmiş bir gemiden kurtulan tek denizci bendim ve onca ölüyü gömmek bana düşmüştü. Kıyıya vuran onlarca cesedin hem sahibi hem de bekçisiydim. Açlık ve susuzlukla yeniden defalarca baş edebilirdim ama bu mezarlığın ağırlığını taşımak sadece bilenin anlayacağı bir zorluktur. Hem sin hem em olmayı bildi benim sinem. Belki de hiç birini asla yeterince olamadı. Orada ki ‘’4’’ kendime bile itiraf edemeyeceğim korkaklıkların mezarlığıdır.

    Yerimden kalkıp balkona çıktım. Bir sigara yakıp balkonun korkuluklarına iyice yaslandım. Başımı gökyüzüne kaldırdığım da yıldızlardan bir tanesinin ‘’S’’ şeklinde olduğunu fark ettim. Gülümsedim. Hep görebileceğim bir yerde, asla ulaşamayacağım kadar uzakta olan o yıldıza uçmak gibi delice bir fikre kapıldım. O ‘’S’’ benim yakmayan ışığım, boğmayan karanlığımdı. Elimi göğsüme götürüp içime seslendim.’’ Artık gitme vakti gelmiştir ha ne dersiniz?’’ dedim oldukça kararlı bir ses tonuyla.

    Balkonun korkuluklarına tutunup diğer tarafa geçtim. İçimdeki savaş dinmiş yerini huzura bırakmıştı. Şimdi göğsüm daralmıyor ve oldukça rahat nefes alabiliyordum. Gözümü ‘’S’’ den ayırmadan, yüzümde beliren tebessümü de koynuma alarak uçmaya başladım.


    D...

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Olmak

    Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Kanadı yok
    umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada,
    toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. Umutsuzluk bu, o bir
    sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir
    karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. Bir taşın üstündeki
    yosun ya da su bardağı değil o. Kardan elenmiş bir gemi o, ya
    da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük
    bir kalınlığı yok. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
    Başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. Umutsuzluk o.
    Kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir
    şey işte umutsuzluk. Gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim.
    Başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. Saat dört sularında
    avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da
    yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından
    umutsuzlanırım. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
    Yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk
    soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp
    ölmediklerini söyleyemezler. Beni büyüleyen umutsuzluğu
    gördüm ben. Yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde
    uçan bu mavi sineği seviyorum. Şaşılacak, o uzun dolu
    tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke
    küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum. Her gün
    herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda
    uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep
    umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim
    ağaçları görüyorum. Odanın havası davul tokmakları gibi
    güzel. Zaman içinde zaman bu. Büyük çizgileriyle tanıyorum
    umutsuzluğu. Bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o.
    Böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! Yangın var! Ah yine
    geliyorlar… İmdat! İşte merdivenlere düştüler… Ve o gazete
    ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. Kum yığını, git, pis
    kum yığını! Büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk. Bir
    orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya
    giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri
    daha.

    André BRETON
    Çeviri: İlhan BERK

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Baharım valsim :))))))))))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    dereler çağlar oldu

    gözlerim ağlar oldu.........


    devamını sen getir hadi duvar........

  • İki Baharın Valsi
    İki Baharın Valsi 14.04.2018 - 22:03

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Nerede ki acaba :)))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    hunimin içinde değil ki.....

  • Maria Puder
    Maria Puder

    alla alla ! nereye saklanmış :))))

  • Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim
    Delirdim Ama Bisor Niye Delirdim

    burda müslüm denen bir hıyar varmış !!!!!!!!!!!!¡

  • İrem Başar
    İrem Başar

    âlâ:))

  • Maria Puder
    Maria Puder

    Bak hele İzmir vurgusuna A hatta Aaaa :)

    Eyvallah. Sen de ''D'' diyebilirsin o vakit . Derindir dikkat et :)

  • Bir Mavi
    Bir Mavi

    Maria, İrem hanfendi sana söylüyor. :)

  • İrem Başar
    İrem Başar


    Antonin Artaud ama sen* kısaca A diyebilirsin..:))



    *sadece sen..