Aşk: İnsanın genetiğine, binlerce yıl türünün devamlılığı ve ölümsüzlüğü arayışı nedeniyle işlenmiş olan yapay bir üreme mekanizmasıdır. Biyohafızamız içinde bulunduğumuz çevreden bağımsız olarak büyüsek de bu mekanizmayı bu yüzden devam ettirebilmektedir. Bu yapay mekanizma sevginin bir üst türüdür. Buna romantik bir eğilim diyebiliriz. Bunu sevgiye geçiş süreci olarak görmek varlığını yok saymak değildir. Yalnızca mantığı herkesce tarafından baskıladığı bilinen bu sürecin herkes için farklı gerçekleşmesinin nedeni aslında Aşkın tarifini değiştiren asıl şeydir. Böylece bu süreci etkileyen etkenlere bakılmalıdır. Çevresel (aile dahil) baskı, estetik (ahlak ve güzellik) anlayışı, tecrübe (yaş ve yaşanmışlık) farkı ve hormonal düzeyler... Sevgi tarafından henüz regüle edilmemiş Aşk; tehlikeli ve arayıştır ayırca, tehlikeli bir arayıştır.
Ne yol yürünür baştan, ne ayrıdır doğru yanlıştan. Bulanık aynam mevzi, hükmüm yağar gözüm yaştan. Ağırlığınca yaşım kalender, deli civan canım bozgun aşktan. Gönlüm yenilmez, kırılır imkanları gömen telaştan. Ne gurbette yerim, ne büsbütün halk içinden. Zaman durmuş, bir ölüm var kalbin her meylinden. Duru zamanın en bozuk vaktinden, Saatler yalancı, yaşamak dilenmektir vaktin sahibinden.
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı. Aşk devrimden daha devrimciydi Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din. Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı. Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı. Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-. Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi. Ali Murat İrat
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı. Aşk devrimden daha devrimciydi Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din. Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı. Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı. Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-. Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi. Ali Murat İrat
Aşk nedir? Aşık mı oluyoruz yoksa aşık olduğumuzu mu sanıyoruz? Elbette seviyoruz, seviliyoruz. Fakat aşkın bu olduğuna inanmıyorum. Aşk, kavuşamamaktır. Anlatmaya çalışsak da, anlatamamaktır. Her anlatmaya çalıştığımız da, sahi aşk nedir? Diye sormaktır her defasında. 2021 yılındayız, bizlerin bu zamanda yaşadığımız aşksa ( ki olduğunu düşünmüyorum) Leyla ile Mecnun'un , Ferhat ile Şirin'in aşkına büyük saygısızlık. Aşk, eski çağda kalmış bir duygu biçimidir.
basiretim takılı kaldı ben bir balık ağlarında çırpınan. sensin hüsran, sendin reva olamadım zahmet ellerinde ardı sıra ölüm bekler, sensin ölümü bekleten yaşama hıncım çarpan kalbime vuku, ıssız çöllerime vaha bekleyenim, küslüğüm var kalakalmışın küfrü kadar yollara söğüt altı yılanlar uyurdu göze aldırandı kazımak adını ağaçlara ben ihtimaline yol olan uğraşım Sayamadım, sığamam bu kaçıncı söze sevildim de yaratıldım sevdim de hapsettim tecellisi pür, yitik zaman içinde gevşek öfkem salınır tiryakiliğinden günümü döndüren yıllardan istirhamım aman diler merhametinden merhametin yok aman! ab-ı hayatsın bana kırık bir tastan benim seni anlatacak kelimelerim bitti sendin sevda, sensin hüsran
yedi boğum hasrettir küllenmiş bir ateşten kallavi yangınlar çıkarıp ateş suyu içmektir
dünyanın bütün kirine rağmen, henüz kirlenmemiş tertemiz bir buluttur özleyince yaraya tuz basar gibi özlemek bir yüz görümlüğü görmeye dünyayı bir pula satmaktır
yürek işidir… bir uçurum yamacında bir çiçeği koklar gibi mutluluğu koklamak yumruğunla duvarları kanata kanata acıyı bal eylemektir
bir kafeste şakımak değil çığlığını dudaklarına hapsedip bir bozkır kartalı gibi gökyüzünde süzülmektir
bıçağın kemiğe dayanışıdır sabır çatlatan bir bekleyişte Yusuf gibi kuyuda beklemek cehenneme gömülür gibi hüznün yedi kat dibine gömülüp Züleyha gibi köleni sevmektir
dile sakız olmadan, rakıya meze sayılmadan usulca gitmektir… kendi zindanında hem gardiyan, hem esir olmak kelebek olma aşkı ile kozasına gönüllü giren tırtıl gibi çekilip bir tenhaya göz yaşınla yanağını yıkamaktır
a ş k onun ayağına taş değmesin diye kendi ayağına kurşun sıkmaktır
Aşk ; beklemektir , yanmaktır , acı çekmektir ,ağlamaktır. Belki de aşk , en çok özlemektir . Aşk yazmaktır. Aşk , mumdan kayıkla ateşten denizi geçmektir. Aşık olan ; yazar , bekler , ağlar , özler , acı çeker . Aşk iki kişiliktir , üçüncü şahsiyet gerektirmez. Aşk derindir , derinlerde hissedilendir...
Aşk bu muydu İlk defa gözgöze gelirken O gözlerde eriyeceğimi bilmemek miydi Baharı andıran yüzündeki tebessüme Hava gibi su gibi muhtaç olmak mıydı Gözlerinin elasına baktığım anda Yüreğimin derya gibi coşması mıydı Güzelliğini görebilmem için Güneşe değilde gözlerine ihtiyaç duymak mıydı Sensizken aya bakıp seni hatırladıkça Kalbimin titremesi miydi Sensiz ve yağmurlu gecelerde Gözyaşlarımın yağmura karışması mıydı Melek yüzünü düşünüp Kalbime iğneyle resmini çizmek miydi Sahi neydi aşk?
Merak. Birine karşı ansızın merak duymaya başlarsanız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek istersiniz. Bu yüzden aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.
aşk guzel eşziz bi duycu guzel tatli onsuz bi dakika bile ayri durmak istmyorsun . tum zaman onla geçrmek istyorsun. Sabah kalktnda onu yani başda görmek onsuz gece iyi uyamyosun tum gece onu duşnyorsun sabaha kadar . o yanda olan zaman saater su gibi akyor . saatin onun yanad olda durmasin istyorsun.
Aşk, ayrılık ve özlem şiiri:
Sevgi ve saygılarımla.
Aşk: İnsanın genetiğine, binlerce yıl türünün devamlılığı ve ölümsüzlüğü arayışı nedeniyle işlenmiş olan yapay bir üreme mekanizmasıdır. Biyohafızamız içinde bulunduğumuz çevreden bağımsız olarak büyüsek de bu mekanizmayı bu yüzden devam ettirebilmektedir. Bu yapay mekanizma sevginin bir üst türüdür. Buna romantik bir eğilim diyebiliriz. Bunu sevgiye geçiş süreci olarak görmek varlığını yok saymak değildir. Yalnızca mantığı herkesce tarafından baskıladığı bilinen bu sürecin herkes için farklı gerçekleşmesinin nedeni aslında Aşkın tarifini değiştiren asıl şeydir. Böylece bu süreci etkileyen etkenlere bakılmalıdır. Çevresel (aile dahil) baskı, estetik (ahlak ve güzellik) anlayışı, tecrübe (yaş ve yaşanmışlık) farkı ve hormonal düzeyler... Sevgi tarafından henüz regüle edilmemiş Aşk; tehlikeli ve arayıştır ayırca, tehlikeli bir arayıştır.
Ne yol yürünür baştan, ne ayrıdır doğru yanlıştan.
Bulanık aynam mevzi, hükmüm yağar gözüm yaştan.
Ağırlığınca yaşım kalender, deli civan canım bozgun aşktan.
Gönlüm yenilmez, kırılır imkanları gömen telaştan.
Ne gurbette yerim, ne büsbütün halk içinden.
Zaman durmuş, bir ölüm var kalbin her meylinden.
Duru zamanın en bozuk vaktinden,
Saatler yalancı, yaşamak dilenmektir vaktin sahibinden.
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı.
Aşk devrimden daha devrimciydi
Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din.
Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı.
Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı.
Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-.
Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi.
Ali Murat İrat
Aşk hep bizimleydi. O, insanın olduğu her yerde vardı. Günahı, ayıbı, yerleşik ahlak kurallarını hiçe saydı. Hakim sevme biçimlerini reddetti. Dinler, ideolojiler ve hatta devrimler, kendilerine ilk onu hedef kıldı. Onun üzerine gidildiği kadar hiçbir duygunun, hiç kimsenin, hiçbir ulusun, hiçbir uygarlığın üzerine gidilmedi. Uygarlıklar devrildi, değişti, yıkıldı, kuruldu ama onu tahtından eden olamadı. Engellenemedi. Yok edilemedi. Dönüştürülmeye çalışıldıysa da direndi. Başka bir şey olmamaya en çok aşk direndi. Direnmek en çok aşka ve aşıklara yakıştı. Aşk dediğin şey ardında büyük yıkıntılar bırakan ve önündeki bir başka yıkıntıyı yuva bilenlerin meziyetiydi. Zordu. Zorluğu bir savaş kadar, yitirilen bir umut kadar, binlerce sesin arasında seçmeye çalıştığın sessizlik kadardı. Onsuz ne yaralar iyi oldu, ne küsler barıştı ne devrimler yapıldı.
Aşk devrimden daha devrimciydi
Tarih denilen karanlığın her anında o vardı. Kavimleri birbirine kırdırdı, kavimleri sevgili kıldı. Kimi zaman dünyanın en yalın, en basit, en açık aldatmacasıydı. Kimi zaman insan aklının ve o aklın kurduğu ve muhtaç olduğu o lanet ilişkilerin ayakta kalabilmesi için gereken bir safsataydı. Ama kutsaldı. Onun kutsallığı, tıpkı iyiliğin ve tıpkı güzelliğin egemen olduğu ya da olacağı gibi bir sanrının bir başka haliydi. Çoğu zaman bir dindi. Duası olmayan tek din.
Kimden kime akacağı belli olmayan, kimsenin kontrol edemediği bir oluş ve akış haliydi. Kim bilir belki de yoktu –ki bunu bize Freud hatırlatmıştı (Aşk yoktur, libido vardır)-. Olup olmamasını bilemiyoruz ama Aragon’un söylediği gibi ya mutlu aşk yoktu, ya da mutlu olanlar tarihte yerini alamamıştı.
Aşk bizim günahımızdı. Tanrı katında aşk yoktu. O, yeryüzüne ve insana mahsustu. Çünkü yargılamanın ve cennet ve cehennemin olduğu yerde tutku ve günah artık rafa kalkacak, tutkunun ve günahın olmadığı bir yerde aşk yeşermeyecekti. İçerisinde tutkunun ve günahın olmadığı bir aşk yalnızca “yalan” olacaktı. Ve yeryüzünde yaşayanlar, tam da bu yüzden, yalanlarla günahlar arasında bir tercih yapmak zorundaydı. Yeryüzünün sakinleri ya yalanlarla ya günahlarla yaşayacaktı. Çünkü aşk ve yalan bir bedende asla barınmayacaktı.
Aşk bizim aklımızdı. O geldiğinde akıl artık sevmeyi tutkudan ayıracak kadar ehlileşmiş olacaktı. Aşkın yanında sevmenin hükmü kalmayacak, bir çocuk gibi yalnız bırakılacaktı. Ve en çok, sevmeyi aşk, aşkı sevmek sananlar yanılacaklardı -ki onlar aşkın ve sevmenin katiliydi-.
Aşk bizim lanetimizdi. Ve her lanet gibi çaresi kendi içindeydi.
Ali Murat İrat
Ey gönül! Şimdi sorarım sana , hangi aşk daha büyüktür?
Anlatılarak dile düşen mi, anlatılmayıp yürek deşen mi?
#Şems-i Tebrizi
Aşk bir çift mavi göz benim için ve gözler hep gülsün, ışık saçsın diye çabalamak
Aşk nedir? Aşık mı oluyoruz yoksa aşık olduğumuzu mu sanıyoruz? Elbette seviyoruz, seviliyoruz. Fakat aşkın bu olduğuna inanmıyorum. Aşk, kavuşamamaktır. Anlatmaya çalışsak da, anlatamamaktır. Her anlatmaya çalıştığımız da, sahi aşk nedir? Diye sormaktır her defasında. 2021 yılındayız, bizlerin bu zamanda yaşadığımız aşksa ( ki olduğunu düşünmüyorum) Leyla ile Mecnun'un , Ferhat ile Şirin'in aşkına büyük saygısızlık. Aşk, eski çağda kalmış bir duygu biçimidir.
bilmem yaşamadım ki
Günleri Döndüren Yıllardan İstirham
basiretim takılı kaldı
ben bir balık ağlarında çırpınan.
sensin hüsran, sendin reva
olamadım zahmet ellerinde
ardı sıra ölüm bekler, sensin ölümü bekleten yaşama hıncım
çarpan kalbime vuku, ıssız çöllerime vaha
bekleyenim, küslüğüm var kalakalmışın küfrü kadar yollara
söğüt altı yılanlar uyurdu göze aldırandı kazımak adını ağaçlara
ben ihtimaline yol olan uğraşım
Sayamadım, sığamam bu kaçıncı söze
sevildim de yaratıldım
sevdim de hapsettim
tecellisi pür, yitik zaman içinde
gevşek öfkem salınır tiryakiliğinden
günümü döndüren yıllardan istirhamım
aman diler merhametinden
merhametin yok aman!
ab-ı hayatsın bana kırık bir tastan
benim seni anlatacak kelimelerim bitti
sendin sevda, sensin hüsran
Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni
bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni
(ya rab aşk belasıyla içli dışlı kıl beni,
bir an bile ayırma aşk belasından beni)Fuzuli...
gibi...
Aynen kıymet hanım aşk yalan biliyoruz ama doğru şekilde soyleninceyinede inanıyoruz. Tanımınız cok güzeldi bayildim
Doğru söylenince inandığım yalan...
Olana yalan bulamayana hayal ...
Ulaşamayan herkes için imkansızdır
Ulaşanlar için ise mucize
Aşk sarılmaktır
Aşk sarılmaktır
kaybolacağını bildiğin halde o yola girmektir.
"....i ç i m i z d e k i p i ç..."
A Ş K
yedi boğum hasrettir
küllenmiş bir ateşten kallavi yangınlar çıkarıp
ateş suyu içmektir
dünyanın bütün kirine rağmen, henüz kirlenmemiş
tertemiz bir buluttur
özleyince yaraya tuz basar gibi özlemek
bir yüz görümlüğü görmeye dünyayı bir pula satmaktır
yürek işidir…
bir uçurum yamacında bir çiçeği koklar gibi mutluluğu koklamak
yumruğunla duvarları kanata kanata
acıyı bal eylemektir
bir kafeste şakımak değil
çığlığını dudaklarına hapsedip
bir bozkır kartalı gibi gökyüzünde süzülmektir
bıçağın kemiğe dayanışıdır
sabır çatlatan bir bekleyişte Yusuf gibi kuyuda beklemek
cehenneme gömülür gibi hüznün yedi kat dibine gömülüp
Züleyha gibi köleni sevmektir
dile sakız olmadan, rakıya meze sayılmadan
usulca gitmektir…
kendi zindanında hem gardiyan, hem esir olmak
kelebek olma aşkı ile kozasına gönüllü giren tırtıl gibi
çekilip bir tenhaya göz yaşınla yanağını yıkamaktır
a
ş
k
onun ayağına taş değmesin diye
kendi ayağına kurşun sıkmaktır
ömer yücekaya
Buldum derken kaybetmek kaybedince aramaya devam edip hep sonsuz özlem duymaktır
Aşk ; beklemektir , yanmaktır , acı çekmektir ,ağlamaktır. Belki de aşk , en çok özlemektir . Aşk yazmaktır. Aşk , mumdan kayıkla ateşten denizi geçmektir. Aşık olan ; yazar , bekler , ağlar , özler , acı çeker . Aşk iki kişiliktir , üçüncü şahsiyet gerektirmez. Aşk derindir , derinlerde hissedilendir...
Özlemek, epeyce
aşk...!?
Aşk bu muydu
İlk defa gözgöze gelirken
O gözlerde eriyeceğimi bilmemek miydi
Baharı andıran yüzündeki tebessüme
Hava gibi su gibi muhtaç olmak mıydı
Gözlerinin elasına baktığım anda
Yüreğimin derya gibi coşması mıydı
Güzelliğini görebilmem için
Güneşe değilde gözlerine ihtiyaç duymak mıydı
Sensizken aya bakıp seni hatırladıkça
Kalbimin titremesi miydi
Sensiz ve yağmurlu gecelerde
Gözyaşlarımın yağmura karışması mıydı
Melek yüzünü düşünüp
Kalbime iğneyle resmini çizmek miydi
Sahi neydi aşk?
Merak. Birine karşı ansızın merak duymaya başlarsanız, korkunç bir merak. Onu tanımak, onunla doğmak, dünyaya onunla yeniden gelmek istersiniz. Bu yüzden aşka en uzak cümle, senden nefret ediyorum değil, artık bilmek istemiyorumdur.
G. Flaubert
İyi kadınlar piç adamlara
İyi adamlar hiç kadınlara yar oldukça aşk kimseye kalmayacak.????
Aşk öyle zor ki
Tarifi yürek ister
Senin karnın tok;ama
Benim canım börek ister...
KiMSESiZ'den kalan...
aşk guzel eşziz bi duycu guzel tatli onsuz bi dakika bile ayri durmak istmyorsun . tum zaman onla geçrmek istyorsun. Sabah kalktnda onu yani başda görmek onsuz gece iyi uyamyosun tum gece onu duşnyorsun sabaha kadar . o yanda olan zaman saater su gibi akyor . saatin onun yanad olda durmasin istyorsun.