Dem’ini almayan çay gibi hayat bazen
Bekleme salonu gibi
Eşik gibi
Araf gibi
Hislerin sana “çok yakınsın” diyor
Yaşanmışlıklarınsa “çok yorgunsun”
Bir insanın ömrüne kaç gidiş sığar?
Muhtemelen hiç gelmemiş olanlar kadar.
Onlar sadece “gibi” olanlardı.
“Var gibi”ydiler
“Yok gibi”ydiler
Hiç gelmemişlerdi
Gizil bir yalnızlık duygusu sarmış sanki dünyayı
Gizil bir özne gibi
Gizil bir yalnızlık duygusu
Sessiz bir doğum sancısı
Derin bir çığlığın yankısı
Ne yerdeyim
Ne gökte
Her şeyin anlamını yitirdiği bir zaman diliminde
Sadece seyir halinde
Müdahele edememenin çaresizliğinde
Çaresiz olduğumun bile
İç sesimin kalabalıklığını, gürültüsünü anlamanız ne mümkün!
Elbet herkesin içi kendine gürültülü biraz
Ama bu kez benimki bi çoğunuzdan kalabalık
Onlarla baş başa kalmanın sancısını bilmeniz ne mümkün!
Bu yüzdendir kitaplara, filmlere, tiyatroya ve arkadaşlara bu denli sarmam
Çünkü ben kadınım anlıyor musun?
Yani kendimi, kendimden doğurabilirim
Ben kadınım
Sana sevgiyi ancak ben anlatabilirim
Yok ki bulma şansın yuvanı
O bir yer değil, bir histir bay’ım
Uzaktan hoş kokan bir muma rastladım
İçinde kahve çekirdekleri vardı
Kahve, yumuşak karnım
Dayanamadım aldım
Eve geldik hemen açmadım
“Beni çok ihmal ettin” dedi kalem
“Ruhunu karıştıralım biraz” dedi kağıt
“O zaman yazmak zorunda kalır”
El birliğiyle
Yazmaktan başka çare bırakmadılar bana
Kal-ü belâda toplandığında tüm ruhlar,
Dünya hayatındaki eş, dostları yanında imiş.
Ve Rab sorduğunda “Belâ” demiş tüm ruhlar,
Kabul etmek anlamında..
Ama öylesine güçlü bir kabul ediş ki..
Razı olmak her haline gelecek olanın, belâ da olsa..
Bir yolculuk hikâyesi bu
Çocuklar henüz toprakla oynuyordu
Yollar yürüyerek aşılıyor,
Dut, bahçedeki ağaçtan yeniyordu
Isınmak için soba,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!