Türlü tuzaklar kurulmuş hayat yoluma,
Bilemedim ne yapayım, nasıl aşayım?
Kırmızıdan şaştım, sarılardan usandım,
hava, gözlerin gibi ışıl ışıl;
silinmiş gökten kasavet, hüzün.
nihayet geldi nevruz
Üstüme çöktü yine sılanın acısı;
Bu buruk sonbahar gününde.
Güneşin cılız ve loş ışığı,
Titriyor gönül telimde.
Yürüyorum,
İki büklüm yollarda.
Altı neresi bu dünyanın, üstü nerede ey bilge hallaç?
Ne oldu, neredeyim, kimdi bana seslenen, saat kaç?
Acımaz zaman adlı atlı; vurur kırbaç üstüne kırbaç,
Düşmüşüz sarı saçlı güz ırmağına, kaçabilirsen kaç…
Sıralanmış bayıra, farklı farklı mezarlar,
İbret almaz insanlar, nedense hep azarlar,
Yarım akılla güya, suya yazı yazarlar,
İbret al ki ey nefsim, kalıcı değil dünya!..
Gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Bozkır yamaçlarının kırağı yumağı. Ilıman göçlerin çiğ ırmağı. Koyu karanlıkları parçalayan meteor parçacıkları. Kül rengi bulutlarla işlenen isli ağıtlar. Gelincik tarlasından yansıyan buruk tebessümler.
Vahşi köpekleri sollayıp uykuda bile peşini bırakmayan sisli düşünceler. Kırk ikindilerde içini delen hasret yıldırımları. Sağdan soldan çarpan güneş kırıntıları. Krater soslu ay taşları…
Demiştik ya, gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Zamanın kimi dilimleri, üzerine gül reçeli sürülmüş ekmek dilimine benzerdi. Ama gün olur, izbe uçurumlar bileşkesi bir mağaraya üşüşen yılanlar, yüreğini dişlerdi.
Davul kendi boynunda, tokmak başkasının elinde de ona kalan konu mankenliği miydi? Ya bastıramadığı duyguların volkanik ateşi, karanlık düşlere kazınan, lotus şafağını yutan lodos çığlığı?!..
KAR ÇİÇEĞİM
Her gün gördüğüm fakat görmeye bir türlü doyamadığım gökyüzü, bugün yine bir âlem… Her ân farklı bir simasıyla karşılaştığım hâlde, bu şaşkınlığım niye? Şaheser tablolar, orijinal temalar, eşsiz motifler, emsalsiz desenlerden başka ne olabilirdi şaşkınlığımın sebebi?
Hangi ressamın resmi, fırçası, boyası; hangi faninin portresi, tablosu, tuvali; insanı böylesine içten, derin, duru, doyumsuz büyüleyebilir; alıp götürebilir sonsuzluğa?
Dev koyun sürüleri kaplamıştı göğü. Bulutların yamalı entarisinden mavilikler, turkuvazlar göz kırptı bir süre. Sonra pamuk kozalarından milyonlarca kar kristali dolmaya başladı yeryüzü çuvalına. Huzur ve dinginlik verici kar taneleri… Birinci hâli hükmetti suya. El ayak çekildi sokaktan. Tüm canlılar sindi kuytuya. Evlerin bacasından yükselen koyu dumanlar, sımsıcak aile saadetinin yansımasıydı.
İlk önce ulu dağların, sonra tepelerin, tepeciklerin üzerine sır gibi dökülmüştü. Dokunduğu yerlere asil insanların ağarmış saçlarını hatırlatan bir siluet çizip dairesini sürekli genişletmişti. Bazen sisle, bazen bulutla el ele verip monoton, yeknesak manzarayı değiştirip durdu. Yeryüzünün ihtiyar çehresi, çatık kaşı, kış değirmeninde gittikçe kırlaştı.
Nazlı gelin edasıyla kavisler çize çize, valslar yapa yapa indiler meleklerle beraber... Papatya bahçesine dönüştü âlem… Tüm eski izler, çizgiler silindi; gölgeler eridi; hatıralar derinlere gömüldü. Tüllerin yerini kar-eviçe işlemeli, kalın perdeler aldı. Yüceler ve cüceler aynı tezgâhın kumaşını giyindi.
Bulutlar yünden yumak
Damlalar sicim sicim
Yağın üstüme, yağın da
Yıkansın, serinlesin içim.
Lodos eser eteklerimde
Başım yine kar, duman.
Asude baharların bülbülüdür kasidem,
Ahenginden kızaran gülün kollarında.
En içli ezgilerle tutar dem,
Sensiz bir dünyada yaşamak zehirden de acı,
Sevgiden mahrum bu diyarlar, çöl, ayaz, yabancı,
Hasretin değirmen taşı gibi, onulmaz sancı;
Dünya zindan, ben yolcu; kavuşmak ne zaman?..
Ellerinin sıcaklığı ellerimde duruyor,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!