Uykulu, mahur gözler bakıyor pencereden dışarı
Yine bir geceyi öldürmüş düşlerinde...
O geceler ki...
Yaşanmayı bekler hayasız!
Uçamayan kuşlarla süsler gökyüzünü;
Ateş düşünce içine
Yer sarsılınca
Şöyle bir bakış atıp
Gökyüzüne
Bumerang olup
dönünce
Kırılıveriyordu hemen dizleri,
Toprağa bağdaş kurup toprak oluyordu.
Alnındaki teri, ekinlere akıyordu
Yanan güneşin altında can veriyordu, başaklara
Sallıyordu çapayı, binbir hıçkırıkla
Ekinlere değil, geçmişe yalpalanıyordu.
Ayak diredi yalnızlığım!
Terbiye edemedim.
Kapandım dizlerine;
Nâzım’dan şiirler,
İncil’den ilahiler,
Nat King’den şarkılar söyledim...
Yüzlerce martının çığlıkları
İşlerken kulağıma
Ayrılmıştım ya!
Hangi gemi kalkar ıssız koylara,
susuz denizlere adını bilmeden;
Terkeder varolduğu limanı
Yüreği karaya oturmadan.
Hangi gemi ağlamadan sızar gizemli şehirlere;
Vahşeti gördü Kroisos'un yorgun gözleri
Üfledi şamdana söndürdü ışığını acının
Bir duman kaldı, bir koku aldı
İnledi gökyüzü
O zaman beyniyle gördü
Şiddeti, ülkesinin devrik kralı
Tüm zamanların sahibi korkak tavşan!
Hükmüdür bu ilahi insanın, insanlığa isyanının.
Bir komedi oyununun ikinci perdesi
ya da
Onlarca kez izlenmiş bir filmin tekrarı gibi
Toprak çatladı susuzluğunda.
Ben nasıl dimdik ayakta durabilirdim ki?
Tüm baykuşlar sessizliğe gömüldü.
Yoktu kıyılarında martılar.
Okyanuslar deniz oldu,
Denizler göl,
Susuz bir yaz sabahı gibiydi.
Rüzgarın esişini hatırlarsın,
Uçuruyor sanmıştın seni.
Tutmuştum belinden
ve yaklaşmıştı her şey uzak durduğumuz.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!