Bir kent yükseliyordu hani
Karalamıştım bir mektubun arka sayfasına.
“Bir gün gideceğim” diyordum ya!
Gökyüzünün beyaz bulut lekeleriyle süslendiği,
Posta kutusu olmayan,
Hiç sis çökmeyen, yeşille mavi arası bir kent.
Düşmüştü bir kez toprağa cemre.
Alev almıştı yeşiller,
Bürünmüştü kızıllara,
Küllere, grilere...
Hiç kolay olmadı kalkmak ayağa,
Biliyor musun?
Kırışır fikrimin ince gülleri
Yaprakları buruşur
Çıkarır dikenini gönlümden
Yetişir
İmdadıma engereğin sivri dişleri
On üç müydü, on dört müydü bilmem
Açıldım dünyaya
Saldım yelkenlilerimi bilinmez sulara
Büyüdüm.
Gözlerim faltaşı, gözlerim yaşlı
Alnı ağlıyor sıcak ve tuzlu,
Hiç kimse avutamaz bu çocuğu.
Birikir günler...
Günlerin yorgunluğu omzunda
Ağlar bu çocuk
Dokunmayın!
Başlangıçlar,
Zor elbet tutunması.
Kısmi mutluluklar saklı olsa da perde arkalarında;
Bekleyen acılar, püskürtür insanı.
Düşer şehrin Eylül’e tutsak.
Sen benim durduğuma bakma!
Aldanma, aldanışıma İstanbul şehrine.
Güneş yine doğacak,
Yine batacak.
Değişmeyecek kaderim!
Bugün sokaklardaydım.
Benimdi sokaklar!
Birkaç çocuk vardı
Misket sallayan,
Arada bir mızıkçılık yapan.
Yaşlı bir adam;
Bir kadeh şarapla
Karşılıklı oturup
Dertleştik tüm gece.
Hayyam’ı çekiştirdik sabahlara dek
Ne güzel söylemişti;
Bir fotoğraf makinesi,36'lık bir dia ve Eminönü
ve Beylerbeyi,
ve Rumelihisarı...
Küçücük bir kız çocuğu, elinde bir eldiven,
Ayakkabısı yok.
Basarken deklanşöre;
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!