Boğulmuş balık vakitlerine saplıyorum gözlerimi
Irmağı boşaltıyorlardı,
Çocuklar dudaklarından.
Genç fidanları buduyorlardı
Yüzünde ihtilal dolaşan adamlar.
AH BENİM EŞKIYA HALLERİM.
Kimin kıyametine koşsam her gecenin kıyısında,
Kendi kıyametimi peydahlıyorum darağacında,
Biliyorum her yol uçurumların ucunda,
Uçurumların ucundayım ya Hızır!
Belki silinir eskiden izler
Dökülünce dudaklarımdan
Namluların kan kustuğu denizler
Fırat bir başka akar
Dicle bir başka
Ben bir güneşim, ben bir körebe
Ağacın dallarına asılı kaldı üşümek,
Ürpertilerden bir ses yükseldi dağa
Çınar altına adres, bereketli topraktan,
Boynumun borcu olsa gerek uykusuz atlara binmek
Bir DNA testi yaptırmak gerek
Eylülistlere,
Nemrut yada firavun soyundan mıdır diye,
Hangi sevda bahçesinde açan
gül, lale, fesleğen,
Esmer bir gül düşüyor her sabah alnımın kanatılmış kuşlarına
Bir martı sabahı dokunuyor ansızın saçlarıma
Çıkarıp atıyorum içime vidalanmış çığlıkları
Hey İstanbul bak yine ben geldim.
kırk bahar yağmurları
ıslat saçlarımı
memleket türküleride getir vagon vagon
yolculuk nereye diye sorma dost
bak şu serçelerin ötüşüne
Geçiyor gözlerimden
Uzaklara sürgün resmi bedenim
Eski albümlerden dolmaya başlamış
Yeni çehremle
Kaçınılmaz bir yangına taşıyorum ellerimi
Ve mücrim bakışlardan gözlerimi
Bir Nuh tufanına asılı kaldı hüzünlerim,
Kentin yaralarını örterken türküleri ölümün,
Ağlayan bir çocuk kekemelikten emekli oldu yüreğimde,
Yüreğimde korkuyu sarkıtan dallar çiçek açtı korkusuzluk,
Hayat öyküler labirentiymiş eşkıya mekânlarında,
Fil yalnızlığı yaşayan kuşlar dökülecek içimizden
Bir akşamüstü kurşunlayacağım gökyüzünü,
Kuşlara ihlal etmeyin deyip mavileri,
Hava zifiri katil, yer oldum olası maktul,
Taş yürekte hâkim öcalalma duygusuna hazırlanıyor,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!