Her dem hüzün çiçekleri açar senden kalan bahçede ve bir kelebek gelir konar,kanadından belli yeni yetme; alır taşır tüylerinde kokunu ayrılıkların uğramadığı,gam tutmamış pencere önlerine.Renkler sığınır zamanla çaresizliğin siyah beyazlığına ve boyanır şehir...Siyah bulutların harmanından damlar beyaz yağmurlar,bir tabut kalkar beyaz gelinliği üstünde,siyahlara bürünmüş kalabalığın ellerinden ve bana o köpeğin siyah-beyaz gözlerinden bakmak kalır dünyaya...Beyaz bir kağıdın üstüne siyah kalemle,sonu elvedayla biten kısa mektuplarla o kadar çok istedim ki gelmeyi yanına.Gözümü her kapattığımda siyah bir melek beni kucaklamaya,bense seni bir kez de olsa görmeye geliyordum; gözümü her açtığımdaysa beyaz önlüklü bir doktor dikiliyordu başucumda.Bilirim burda gece olunca gökyüzünde olmaz karanlıklar,yıldızlar yakar lambalarını,ay ışıtır o beyaz ışığıyla bulunduğun yeri,banaysa kalır beyaza küsen siyahlar...Siyah piyanonun beyaz tuşlarından çıkıyordu ezginin kırık dökük bestesi ve kulaklarımdaydı hala gittiğin günün senfonisi...
Ne çok korkardın yalnızlıktan,etrafındaki tanımadığın insan kalabalığından; suluyordum gözyaşlarımla toprağında açan hüzün çiçeklerini,korkma bak geldim yine,bir tanıdığın var tanımadığın insan kalabalığının içinde seni yalnız bırakmayan,beyaz mermerden üzerine siyah rakamlar konmuş mezar taşına sarılan.Kimse göremezken seni ben görüyordum; ,her dem etrafında yeni yetme bir kelebek dolaşırken mezar taşında yoktu adın...
Kültabağının içinde iki izmarit
Biri yan yatmış diğerinin bükük beli
Hüzünle bakıyorum kokuşmuş cesetlerine
Oysa henüz on dakika önceydi
Yirmi otuz nefeslik ömürleri tükenmeden
Birbirlerine küsüp sırtlarını dönmüşlerdi
Başka ellerin izi kalmış sende
Başka gözlerin kapanmayan yarası
Unutmak istiyorum deyip yalvarsanda
Saklamışsın en karanlık bahçelere
Yüreğinse aldığı darbelerle ağır yaralı
Yetişemeden ölmüş hastanenin önüne
Seksen birde bir ihtimaldi buluşmamız,seksen bir ilde ve sadece bir kentte.Belki daha da kısaydı mesafeler; bir sokak ötede,bir bina bitişikte.Kader değil miydi altına sığındığımız,peki ya keşkelerin kisvesi altında amalarla başlayan savunmaya yönelik cümleler? Galibanın bile ihtimalinin olmadığı nedenler okyanusunda yakamoz kırıntıları peşinde koşan bir nefeslik bir aşktı bu ve yirmi dört saatin yirmi dört saniyesini yaşamaktı beklentiler.Bir tek kelimenin anlamını çözmek için hayata atılan binlerce keskin ok...Bir telefon kadar kısa,gurur kadar uzun ve virajlıyken yollar,yüreklerin çarptığı kafes kadar sertti vicdan.Kendi yağmurunu kendin yağdırırken güneşli havada şemsiye açmak gibiydi sevda dedikleri.
Yorulmuştu deniz,böcekler buluşmuyordu çiçeklerle ne de ağaçlar döküyordu tek bir yaprak.Değişiyordu mevsim; güneş inatla doğarken doğudan hayatın hücresinde hüküm giyiyordu zaman ve onca suça rağmen kimse kıramamıştı zamanın kalemini.Perde inmişti zamana tıpkı hayalini görmekten bıkmayan gözlerim gibi.Bu yüzden yasaklanmalı bu sevda,ya saklanmalı...
Birazdan buluşurum kendimle,bitmeyen kavgamız sürüp gider; ben uçurumdan bakarken sen güneşi izlersin yeryüzünden.İşte böyle bir tezat sana giden yollar,her yanı dikenli her yanı meçhul.Oysa çıplaktı ruhum,takılmıyordu elbisem dikenlerine.Maytap gibiydi mayınlar sözlerinin yanında,sense yüreğimde eşgali meçhul canlı bombaydın aslında.Enseni her gördüğümde bir çekirdek terkediyordu kovanı ve bir çekirdek kadar hızlı gidiyordun solumdaki dört kapılı o yolda,dört kapının anahtarıyla.Dilim sıkışmışken dişlerimin arasına,kan sızarken sinsi sinsi dudaktan dur diyemezdim dalgaların hırçınca döverken sahillerimi.Gidiyordun; uzağıma attığın her adımda bir kuş düşüyordu yere ağzında zeytin dalıyla ve veriyordu son nefesini gözleri açık.Birden bire dursa yağmur,güneş saklanmasa bulutların arkasına,gökkuşağının bir renginden sen çıkıp gelsen ve bir ömür boyu ben o rengi sevsem,unutulsa zeytin ağaçlarının kırılan dalları,yere düşen kuşlar,geldiğin her adımda bir yıldız düşse ayaklarının altına,mutluluğun resmi çizilse değmeden kalem kağıda,daha fazla kavrulmasam acının sacında kendi yağımla.
Unutsa tanrı günahlarımı biliyorum çıkıp geleceksin üstelik ben gel demeden,tek kelime etmeden ve mahşerde buluşacağız günahlarımızdan arınıp son kez bakışacağız,sarılamadan uzaktan uzağa.Tövbemde gizliydi pişmanlıklarım,tövbem kadar büyük tövbem kadar sınırsız.Solumdaki meleğin kalemi bitmişken sağımdakinin yazacak tek kelimesi yoktu ve izin vermiyordu tanrı artık pişmanlıklarıma tövbe bulaştırmama.Bense tanrının zincirlerinden kurtularak en büyük pişmanlığıma yani sana koşmak istiyordum inatla.Halbuki çözülseydi zincirlerim ateşe basacaktım,ruhumla birlikte bedenimde yanacaktı o sonsuz boşlukta.Biliyorum bahis oynamıştı üstüme melekler; Hızır'a yasak kılınmışken ruhum kaybetmiyordu azrail,dolaşıyordu nefesiyle birlikte ruhumda.
Sen yeryüzünde bir melektin,yeryüzündeki tek melektin bu yüzden vazgeçemiyordum ve tanrı çözünce zincirlerimi,bilerek basarken ateşin en koruna görmüştüm; sana benziyordu herkes,hepsi senin gibi melekti,tek bir melekti,tanrının huzurundan kovulan o melekti...
Kelimelerin beş parmak izi dururken yanaklarımda
Artık susarak anlatıyordum uyuşmuş hislerimi
Kimi dilini yuttu kimi sıyırdı dese de
Kalemimden dökülüyordu aslında en değerli anlamlar.
Bir zamanlar çok sevdiğim cümlelerim vardı
Dudaklarıma kadar gelirken büyük aşklar yaşadığım
Ben seni yolcularken kendimle vedalaşıyordum
Kapıdan girdiğin o rüzgarın hışmıyla
Yanaklarım düşüp sönerken gözlerimin feri
Birşeylerin yıkılma sesi geliyordu içimden
Hissetmişliğimin peşine anlamsız direnişim
Ve anlamak istemeyişim geri döndürmeyecekti seni
Sirenleri çalmayan katarlar gibi,yavaş ve sessiz geçmeliydin sana ait bu
istasyondan,ağır ağır asude bir bakışla.Ve her bakışında görmeliydin
yüreğimdeki sokakları,o sokaklarda konaklayan gezici lunaparkları.Bir kız
çocuğunun ip atlayışını,erkeklerin taştan kaleler kurarak kola kutusuyla maç
yapışını,bir annenin çocuğunu okula hazırlayışını,o tarifsiz çaba içinde
dağları yıkarak sana yol açışımı.Geçerken sen; selam duruyordu dünya,sana
Beyaz küçük bir kelebekti,belli ki hayallerinin başındaydı.Oysa ne kadar çok beklemişti o kozanın içinde,belki de süreceği ömürden kat kat fazla,hayallerinin yetişemeyeceği kadar uzun.Şimdi ise ufak bir serçenin gagasının ucunda hayata ve hayallerine son kez bakıyor.İşin acı yönü cansız bedeni hayallerini çalan serçeye değil onun gibi hayalleri olan,uçmak için can atan serçenin yavruların a yem oluyordu.Tıpkı hayat gibi; birileri hayallerine kavuşmak için hep başkasının hayallerini ve yaşamayı ümit ettiği o güzel günlerini çalıyordu sebep sunmaksızın.Halbuki hayat tek cephede verilen bir savaş değildi,yaşadığın kadar yaşatmakta vardı bu kuralların içinde; oysa hayat bu kuralı es geçmişti.Şimdi hayatın kitabında eksik olan maddeleri yaşıyorum,çevirdikçe sayfaları anlamlarını bulamıyorum ve bulamadıkça tükeniyor umutlarım,üstelik daha kozanın dışına çıkamamışken.Ya ben eksik okuyordum her seferinde bu kitabı ya sadece görmek istediklerimi görüyordum ya da hayat bana bu serinin tek bir kitabını vermişti bunca yıl boyunca...
Dilsiz bir çocuğun haykırışı var bende
Yüreğe sığmayıp kelimelerle çağlayan
Dilsiz bir çocuğun duygularını anlatamayışı
Hani desemki her gönlü yakar gözyaşların
Her yüze tanıdık bir aydınlık
Kime baksam bir tek sen olurken
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!