Önce kokun girdi odamdan içeri
Peşine hiç gitmeyen o hayalin
Dizlerinin üzerine başımı yasladığımda
Gözlerinin içinde parlayan o inciler
Ellerinin saçlarımın arasında gezmişliği
Dudaklarında teyid edilmeyi bekleyen düşler
Salıncakta sallanırdı üç çocuk,tahtadan ve ipten bir salıncakta; o kadar keyifle sallanırlardı ki hiç korkmazcasına.O salınımların arasında yıllara yayılan bir rüzgarları vardı,önce tenlerini sonra yüreklerini okşayan.Ürkmezlerdi son hızla gökyüzüne yükselirken çünkü inançlıydılar.Aslanlardan korkmadan gezmişlikleri vardı yeşil ormanların ortasında.Hiç kaybetmediler özgürlüklerini,aldıkları o güzel nefesi düşüncelerinde yoğuracak kadar mahir,denizleri yürüyerek geçebilecek kadar hırslıydılar.
Salıncakta sallanırdı üç çocuk,tahtadan ve ipten bir salıncakta.Ağaçlar bile konuşurdu onlarla,yıldızlar göz kırpar güneş ilk onları aydınlatırdı her zaman.O kadar dik yürürlerdi ki dağlar taşlar selam,zaman el pençe dururdu önlerinde.Üç bedende tek ses,tek seste bitmeyen bir ömür sürdüler.
Salıncakta sallanırdı üç çocuk,tahtadan ve ipten bir salıncakta.O güzel parmakları öyle sıkı kavramıştı ki ipi,bir o kadar narince.Sırayla bindiler kavga etmeden ve hep aynı melodi vardı dillerinde.Kimsenin yardımı olmadan,yardıma muhtaç olmadıklarını ispatlarcasına çıktılar o salıncağa.Son kez baktılar birbirlerinin gözlerine,tek kelime etmediler.Çünkü biliyorlardı o salıncağın hiçbir zaman boş bırakılmayacağını ve hiç unutulmayacaklarını ama o tahtadan ve ipten salıncağa bir çocuk edasında gülerek gittiler.Biri elli dakika kaldı üstünde,biri yirmi,biri on iki.Belki kardeş değildiler,aynı annenin rahminden düşmediler ama herşeyden öte fikir kardeşi,kalleşten kurşunlara inat yüreklerinin kardeşiydiler ve gittikleri yerde bile hep birbirlerini beklediler.İnanmıyorsanız bakın gökyüzüne; beyazdan bir bulutun üstüne oturmuş,gülümseyerek bizlere el sallıyor idam sehpasına salıncak niyetiyle gidenler...
Bir masa kurmuşum salona; iki sandalye,iki kadeh,iki peçete,herşeyden iki tane.Başlıyorum anlatmaya,anlatırken hızlıca devriliyor kadehler,tek kelime etmiyor karşımdaki,öyledir,böyle olmalıymış,hayırlısı buymuş demiyor,bir dudak izi bile bırakmıyor kadehinde...''Ah gözünü sevdiğimin yalnızlığı kaldı mı senin gibiler? '' diyorum yine cevap yok; sessizliğinin yüzündeki tebessüm yansıyor cemalime.
İşte öyle bir yalnızlık yaratmışım kendime; kalemle çizmişim suiletini,renk vermişim paletimden duygularına...Uzun kızıl saçlarını arkadan bağlamış,dökülmüyordu kahve gözlerine.1.30-1.35 boyunda küçükten elleriyle pembe bir şal dolamış boynuna.Altında bir tekerlekli sandalye olmayan ayaklarına aldırmadan bakıyordu gözlerimin içine...O bakarken yüzümdeki utangaçlığa sıkışıyordu hayat; o çocuksu,yanakları kıpkırmızı eden utangaçlığa.Gün aşırı sevdalarımdaki çılgınca sevmişliğim,sevilmişliğim yitiriyordu anlamını,anlam diye kavradığım herşeyin anlamsızlığı şimşek gibi çakıyordu beynime.Düzeltmek için kırptığım hayalleri topladığımda bir kelebeğin ömrü kadar kalıyordu yaşamışlığım.Gerçekle yüzleşmemek için uğramadığım mezarlar,dilimde bir isimle arşınladığım yollardan kısaydı.Bacamda tüten duman düşlerden geriye kalanlarmış diye düşünürken,islenen ellerimle o hayalleri yeniden tenime taşımışım.Oysa ki hayattan bir hayal çalmak için o sobada gençliğimi yakmışım.Bedenimdeki yanık kokusuna aldırmadan şöyle bir dönüp bakayım diyorum geriye; ayaklarımın terkettiği her basamak alev almış,küller uçuşmakta havada,ömür denilen satrançta bir adım geri alma şansım bile kalmamış.Bir acı ip atıp tırmanmış ve yerleşmiş yüzümün en orta yerine; evvel çadır kurmuş,bakmış tapusu yok zamanla kat kat betonlar atmış.
Önce kaçak avcılar durdurdu yüzümdeki iklimleri,sonra balta,hızar sesleri,gözümdeki yeşilleri taşıdılar gecenin koynunda başka suratlara.Peşine bir sel aldı; güller,papatyalar sular altında.Tıkandı kulaklarım,set çekemediğim taşkınlarla sürüklendim başka topraklara.Gözümü açtığımda oturuyordum tekerlekli sandalyedeki yalnızlığımla karşı karşıya.O hiç konuşmadan bakarken suratıma onsuz neler yaptığımı anlatıyordum,oysa ki onun yaşadığını ona anlatıyordum; ben yalnızlığımı bir yerlerde bıraktığımı düşünürken aslında hep sırtımda taşıyordum.
Bir uzanabilseydim tutacaktım kanatlarından,yaslanıp bulutlara okşayacaktım güneşin o parlak yüzünü,yatıya kalacaktım gece yıldızların koynunda,el sallayacaktım geçen uçaklara,sığınacaktım ayın dördüncü evresine,kuşlarla selam gönderecektim sevdiklerime...
Bir değebilseydim kanatlarına inanacaktım meleklerin varlığına,belki bozulacaktı o büyün ve bir tüy düşüp dokunacaktı yanaklarıma,eğilip alacaktım o tüyü yerden ve bir delilim olacaktı meleklerle insanların aşkına.Akan gözyaşlarımın tesellisi olacaktın gün batımında; işte o zaman ışığını adil dağıtacaktı güneş yıldızlara...
Görebilseydim de yeterdi aslında göğe yükselişini.Sıkışırdı rüzgarlar kanatlarının altına ve o rüzgarda uçuşurdu saçlarım,ölümün o serin esintisi dindirirdi belki içimdeki fırtınayı ve güzel bir rüyadan uyanmış edasıyla kalkardım yüzüme taşınan o masum gülüşünle her gün yatağımdan,bastırırdım o tüyü acıya nispet yaparcasına yüreğimdeki yorgunluğa...
Yatağına çekilip gözlerini kapattığı zaman güneş adımlıyordum sokakları; birşey arıyordum bu sokaklarda güneşin uykuya daldığı saatlerde kaybolmuş bir şey,bulamıyordum oysa ve katli vacip,sadakatsiz duyguların gecikmiş infazını gerçekleştirecek kuytu bir köşe bakınıyordum.Çünkü ben yüzümü her döktüğümde seni karşılıyordum ve aynaya her baktığımda uzanıp tutamamanın,görüp dokunamamanın verdiği acıyla gidiyordu bir çocuk benden daha da uzaklara...
Tutuşmuşken senin için yaptığım bu evin çatısı
Kanserli hücreler sorgusuzca çoğalıyordu tenimde
Sen de beni anlardın biliyorum
Bir ah diyebilseydim bakıp gözlerine.
Oysa senden kısa sevdalarım da oldu
Elifler,Özgeler herbiri anlamıştı terk-i diyarlığımı
Herkesten gizli yaşadığımız bir aşk
Gözden,gönülden ve ömürden ırak
İlk defa uğradığımız o şehir
Nasılda sevgiyle karşılamıştı bizi
Korkmadan elele gezmişliğimiz caddelerde
Parmağında bana ait bir söz
Beklemiyordum geleceğini; gidişinde olduğu gibi yine hazırlıksız yakalanmıştım gelişine.Önce mektubun geldi; içinde pişmanlıkların,üstünde kurumuş yaş izleri,zarfa bulaşan kırık gururunun parçaları...Bir hafta sonra yanıma geleceğini,dudaklarımdan bir kez olsun 'affettim' kelimesini duyabilmek için gerekirse önümde diz çöküp milyonlarca kere özür dileyeceğini,'sevmiyorum,gelme' desem de sesini çıkarmayıp bir ömür boyu beni sevmeye devam edeceğini söylemişsin ama bir affettim kelimesi için benim seni sevmemden bile vazgeçmişsin.Tam üç gün on dört saat iki dakika oldu,çoğu geçti diye gerisini saymıyorum artık.Ömrüm boynuna sarılıp saçlarının kokusunu son kez ciğerlerime çekeceğim gün gelmeden bitecek diye korktum hep,kabullenmeye başladığım andaysa bir mektupla yetişti öptüğüm avuçlarının kokusu...Ve gizli numaradan gelen o arama,benimse inatla açmayışım.Bir-iki dakika sonra numaran düştü telefonumun ekranına.Önceleri olduğu gibi ilk çalışını tamamlamadan açtım.Bir 'alo' sesi peşine uzun bir sessizlik...Sen kelimeleri seçmekte zorlanıp yutkunurken ben harflerin dilime uğrayıp anlamlı bir kelime olmasını bekledim.Konuşamadın; kulaklarımsa sadece o sessizliğin içinde gözyaşlarına karışan kelimeleri dinledi ve o dinlemede beynime gönderdiği sinyallerle yine kendimi sorgulamaya başlamışlığım.Sen yokken ben yaşamış mıydım,yaşadıysam ömrümün neresindeydim? Başında mı,sonunda mı yoksa ömrüm bitip bitip yeniden mi başlıyordu? Beni gökyüzünden indiren o melek sen miydin yoksa gözkyüzüne taşıyan diğer melek miydin? Peki hiç başlamadıysa hayatım? Sen kimdin,ben kimi sevdim,hangi cennetin yasak meyvesini,burası dünyaysa hangi melek düşürdü meyvesini elinden,hangi meleğin hediyesiydin? Nasıl bir sınavdı bu; kalemsiz,seçenek hakları kayıp,süresiyse belirtilmemiş...Ben kendimi sorgulara teslim ettim sense bir af için döktüğün gözyaşlarına ama ikimizde konuşamadık taa ki mektupta yazdığın o güne kadar ve 17:45'te yanaştı otobüsün terminale.Otobüsten inen ilk kişi sendin.Yüzün yüzüme değdi,gözlerinde o kan bahçeleri...Tek kelime etmeden boynuma sarıldın.Yüzünde bir bahar,yüreğinde yeni yeni tomurcuklanan gül bahçeleri,gözpınarlarındaysa o bahçeyi sulamak için açtığın kanallar.Oysa sen gülerdin güller ağlardı,güller gözyaşlarını sildiği vakit gözlerine yeni baharlar uğrardı ve en çabuk solan çiçekler bir tek yüreğin kanadığında gözlerine yuva kurardı.Gözlerinde ne vakit o kan bahçelerini görsem seni teselli etmeye çalışırken kendimi kanatırdım,ben kanardım gözlerimden etrafıma kurak mevsimler...Elinden tuttum ve elinden tuttuğum o kız beni bekliyordu uçurumun kenarında.Rüzgar okşuyordu saçlarını ve sonsuz boşluklara dalan o gözbebeklerinden senden önce o uçurumdan aşağı baktım ve akan gözyaşlarına karışıp senden önce o uçurumdan aşağı atladım.Sense bekledin hep beni o uçurumun kenarında.İçinde bir bir kırdığın ümitlerin ve o ümitleri kırmak için mahkum olarak içindeki hapisanede bir tek beni seçmişliğin...Ben gözlerindeki uçurumdan atladığımda yani çok önceleri ölmüştüm sevgili,sen bir cesedin elini tutarken ben hayattaki son nefesimi gidişine hazırlıksız yakalandığım o gün vermiştim.Şimdi gözlerime bakıyor ve bir kelime düşmesini bekliyorsun dilimden.Eskisi gibi elini tutarken parmaklarımı parmaklarına karıştırmamı,nefesimle saçlarını okşamamı bekliyorsun ama dedim ya gözlerime boşuna bakma sevgili; sen artık bir cesedin elini tutuyorsun ve gözlerimden sana da artık kurak mevsimler...
Bu gece yatsam ve bir daha kalkmasam
Kaybolmuş bir dünya varken içimde
Ne sen gelsen ne de sesini duysam
Her gün binbir umutla ertelemişken hayatı
Yarınlara daha fazla el açıp muhtaç olmasam.
Kimse duymasa sessiz kaçarak gidişimi
Sevdamı yazardım bulduğum her boşluğa
Bazen yolculuk yaptığım bir gemi
Bazen parkta üzerine oturduğum bank
Bir kır yürüyüşünde rastladığım ilk ağaç
Eğer evden hiç çıkmadıysam o gün
Bir defter daha dolardı senin adınla
Daha fazla kayıtsız kalamazdım içinde bulunduğu duruma,günlerdir tek kelime etmiyordu ve o konuşmadıkça benim canım yanıyordu.Alışmıştım o sesi duymaya,her geceyi sabahlara bağlayan uzun sohbetlerinde hayatı anlatmasına.Ama konuşmuyordu artık; o acısıyla yüzüme dokunduğunda daha da tükeniyordu yarınlarım.Cesaretimi toplayıp bir an önce konuşturmam lazımdı,tek bir kelimesi bende bir yıla eşitti.Bir gece yarısı tüm cesaretimi toplayıp her gece bana bıkmadan anlattığı hayatla arasında hiç geçilmemiş bir köprü kurmaya karar verdim.Ardarda sorduğum soruların hiçbirine cevap vermezken dostlarının adını her hatırlattığımda yüzünü o acı kaplıyor,en değer verdiği ismi söylediğimdeyse hiç konuşmayan dudaklarından bir ışık süzülüyordu.Oysa ki kendi ismini söylediğimde bile o dudaklar hep karanlıktaydı.'Anlat,ne olursun tek kelime söyle,konuş benimle' cümlelerim tek tek anlamsız kalırken su sızıyordu kendine vurduğu prangalarla kapandığı hücresinden.O kadar ağlamışlığı vardı ki damlaların arasında boğulup giden kelimeleri hücresinden sızan o suyun üstünde cansızca yatıyordu.Vazgeçmişti hayattan,herkes çok sabırlı olduğunu söylerken kimse bilmiyordu,en büyük sabır herşeyden vazgeçmekle başlıyordu.Hiç konuşmadı,bütün gece tek kelime söylemesi için bekledim,o tek kelime etmedi benimse yıllarım kayıp...O kadar uzak uçurumlar arasında geziyordu ki ne el değmemiş bir köprü kurabildim ne de eski köprülerinden birini tamir edebildim hayatla arasında.Küsmüştü; etrafındaki herşeye aynı gözlerle bakıyor,en büyük acılara bile aynı tepkiyi veriyordu solgun yüzü.Önce dostlarının gönlünden kaçtı bir bir sonra tüm sevdiklerinden en sonundaysa dilinden düşecek tek kelimesi bir yıla eşit olan yaşadığı bedenin sahibinden...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!