Sen şu anda acıya dokunuyorsun bana onu sormakla.Bildiğin gibi,tanıdığın gibi bir duygu değildir acıya dokunmak.Midene derinden bir ağrı saplanır ya da parmağına bir iğne batar böyle birşey acıyı hissetmek,acıyı yaşamaksa uzun sürer bazen haftalara sıkışır,bazen mevsimleri sayarak yaparsın hesabını.O da uzun sürmez bir yaranın kabuk bağlayıp tatlı kaşıntılarla son bulması gibidir.
Sen şu anda acıya dokunuyorsun bana onu hatırlatmakla.Söylüyorum işte sana bildiğin gibi,tanıdık bir duygu değildir...Acıya dokunmak için önce bahanellerin olmalı ve biriktirip bir deniz yarattığında işte o zaman acıya dokunabilirsin.Kolay değildir bir deniz yaratmak; önce arkadaşlarınla,dostlarınla görüştüğün zamandan çalarsın,sonra kurulu yemek sofrasından ve gece uykundan çalmaya başladığın zaman sokulursun acının koynuna yavaş yavaş...Hani bir mutluluk vardır herkesin yana yakıla aradığı; acıya dokunabilmekte mutluluğu yakalamak kadar zordur işte.Acı da mutluluk gibi bir balıktır; bazen oltanı denize ilk salladığında takılır bazen de bir ömür beklersin o köprünün üstünde ve öyle birşey ki o balık hiçbir zaman yaşamaz bizim denizlerimizde.Acıyı hissettiğini saklayabilirsin gözlerini kaçırarak ya da bir kutu yarabandıyla,acıyı yaşadığındaysa birkaç paket mendille silip atabilirsin gözyaşlarını kapandığın odanda ama acıya dokunduğunda saklayamazsın,kapatamazsın yüzünün orta yerinde burdayım diyen yapraksız ağaçları.Mezarlar seslenir bir dua için çığlık çığlık gözlerinden,taşıdığı kanın yorgunluğundan kabarır damarların tenini yırtıp dışarı çıkmak ister gibi.Bitse de bu acı bir an önce kurtulsam dersin.Şafak saymaya benzemez acıyı hissedip yaşamak gibi.Acıya dokunduğunda son askerine kadar gece gündüz çarpışırsın savaş meydanında ve savaşı kazandığında bedeninde hüküm süren acının saltanatı biter istediğin zaman rahatça dokunursun acıya; yanan sobaya dokunur gibi canın yanmadan.Bu savaşı kaybettiğinde kuklası olursun acının; istediği zaman oynayıp sıkıldığında bir kenara fırlattığı...
Sen şu an acıya dokunuyorsun onun yerini almakla.O ve onun gibilerin hepsi o denizlerde boğulup gitti.Bari sen dokunma acıya,bırak hissetsin yüreğin derinden,vakti gelince taşı haftalarca,ben sana paket paket mendil,kutu kutu yarabandı gönderirim ama ne olur bana onu sorup,onu hatırlatıp dokunma acıya...
Derinliklerini sevdim bu okyanusun; itinayla sarıp sarmalayışını,göğsüne basıp saklayışını ve kimseyle paylaşamayışını.Sevdalıydım vurgunlarına; ansızın inen,cigerlerime kan püskürtüp dudaklarımdan kan tükürten o derin darbelerine.Bazen ellerinin üstünde tutup uyutmasına bazen dev dalgalarla üstüme yürüyüşüne...Kaybolurken derinliklerinde güneşi parçalayıp ışık ışık tenime indirmesine.Vurgun yerken kalbimden,başka bir kalpte yerden yere vurulurken,saatler her saniyesini dakika kurşunlarıyla tek tek vururken vurgundum derinliklerine.Ruhunda barındırıyordu tüm duyguları; aşk,acı,öfke,inat gezerken derinlerinde,yüzeyinde saklıyordu mutlulukları ama kucak açıyordu kendini sahipsiz hissedenlere..Ufukla birleştiği yerdeydi umutlar karşıdan bakınca,oysa en büyük umutlar dibe vuran,kaçacak yeri olmayanların gönlündeydi.Ne kadar derin severse insan o kadar ağır kaybediyordu...Çok derin sevmiştim ve çok ağır kaybetmiştim,şimdi ayaklarımda ağırlıklarla çok derinlere gidiyordum adım adım.Kaybolurken derinliklerde güneş parçalanıp ışık ışık iniyordu tenime,vurgun yerken kan doluyordu ciğerlerime,dev dalgalar siper çekerken üstüme kayboluyordum yavaş yavaş.Yukarıdan bakınca gördüğüm mutluluk,aşağıda acıya,öfkeye dönüşüyordu ve buluşuyordu sahipsiz kalanlar.Geceleri yakamoz yakamoz yüzüyordu son umutlar suyun üstünde ve beyaz gelinliğiyle biri daha katılıyordu kaybedenlere.Bu sendin; usul usul sokulurken derinlere öksüz kalan yanını dolduruyordun ya da kaybettiğin,gidişine aldırmadığın,yüreğinde yerden yere vurduğun birini arıyordun belki de...
Mayınlarımız vardı bizim top diye oynadığımız
Göğsümüzden çıkardığımızda ellerimizde patlayan
Şarapnelleri bize,sıcaklığı yakınlarımıza ulaşan
Bizden başka kimsenin canını yakmayan...
Düşüncelerimiz vardı sarılıp,sırnaştığımız
Yaprak vermeden solan,soldukça bir kağıt gibi buruşan...
Yıkılıyordu gökkubbe; çatıların üstüne düşerken yıldızlar,ne sende duruyordum ne de koşuyordum yalnızlığıma.Vurulurken hayallerim gizli pusularında,bir sana bir de gözlerindeki o acı bakışa susuyordum.Sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vuruyordum ve yetişmiyordu elim sırtımdaki okları çıkarmaya; bense hala sırtımda kırık oklarla sevdaları taşıyordum.Ben sevdayı taşırken gözlerim taşıyordu; senin düşkırıkların bana sırtımdakinden daha çok acı veriyordu.Bir sabah uyandığımda savaş çıkmıştı kapımda,esir düşüyordu günlerim ve hayallerim...Gidiyordun; sen her gittiğinde savaşın tam ortasına düşüyordum ve bu savaşta kendi içime sürgün ediliyordum.Sense aldığın mağlubiyetin ardından bayrağını diktiğin yüreğimin topraklarına dönüyordun.O zaman bitiyordu sürgünler,gözlerim merhaba diyordu aydınlığa,oysa sen kaybettiğin her savaşın ardından bende sarıyordun yaralarını; ben sarıyordum,sen iyileşiyordun; sen iyileşiyordun,bense kendi içimde sürgüne gidiyordum ve ne zaman başka topraklara firar etmeye kalksam sınırdan çeviriyordun...Bana ait milyonlarca hücreden tek bir tanesine hapsedilmiştim,o bir tek hücrede ipe çekiliyordu sayısını bilmediğim günlerim.Kaç gece hasret kalmıştım yıldızları saymaya,kaç sene olmuştu bir kuşun kanat sesini duymayalı?
Bilemezsin sen; işgal altında yaşamak için bir bahane bulmanın ne kadar zor olduğunu ve göremezsin ziyaretime gelmeden bu hücrede zamanın nasıl su gibi buz tuttuğunu.Uçup gitmişti kuşlar demirli pencerenin pervazından,tek bir tüy kalmıştı ellerimde.O tüy senin yarandan geriye kalandı; kapanlara sıkıştırdığın yüreğimle kapanmıştı yaran ve ben bu yüzden sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vurup,senin tuzağında can veriyordum...
Sahibinden az kullanılmış ihtiyaç sebebi kalmamasından dolayı piyasaya arz edilen seksen bir model,kan kırmızı orjinal renkte,dört kapılı,geçirdiği onca zincirleme kazalara rağmen dışarıdan bakınca sapasağlam görünümlü,her yılın özelliklerini kolayca bünyesine modifiye edebileceğiniz,dakikada yüz elli atım hızına ulaşabilen,darbeye dayanıklı,çalınmaya karşı alarmlı,güneş geçirmeyen,istediğinde az istediğinde çok yakan,oldukça konforlu olan ikinci el yürek sadece sevdayı kullanabilme ehliyetine sahip olanlara tepe tepe kullanmak şartıyla satılıktır.
Başvurular için adres:Gözbebeğinin yaşları cad. yürekten geçerdi sk. no:bir zamanlar bir Sevdakent-Aşkkale
Yokluğunda hesap soruyor hayat
Kelepçeleri hazır uğruyor geceme
Cevapsız sorularımı tek tek hatırlatıp
Son isteğim olup olmadığına aldırmadan
İdam ediyor ahşap bir iskemlede
Bir ilmik geçiyor ince boynumdan
Yarımdı,herkesin yüzünde yarımdı mutluluklar.Kimisi istediğini elde edememişti,kiminin hayalleri yoktu ulaşmaya.Bir de insandan yoksunlar vardı,insandan ve insanlıktan,etrafındaki palyaçoları göremeyecek kadar aciz olanından...Sen hiç acıya dokundun mu,dokunduğunda hissettin mi damarlarında akan kanın durduğunu,gözlerin yüreğinle temas kurup doldu mu hiç? Peki ya beynin biliyormuydu gerçek anlamda acının nasıl bir kavram olduğunu?
Yaşamadın sen; köhne bir kayıktı hayatın ufak bir gölette gezinen.Gölgesinde kaldın hep giden gemilerin,renkler hep aynıydı hayatında,gökkuşağı ve yakamozdan daha basitti düşlerin.Bir kelebeğin ömründen,balığın hafızasından çokdaha küçüktü yaşadığın hayat.Yaşadığını varsayarken aslında hiç yaşamadın sen.Tükenmemiş sevdaların oldu; cevap bulamadığın sorular,çözdüğün problemlerin yanında koca bir okyanustu.
Ve sen her gittiğinde benim ipimi çekiyordun darağacına,gittiğin her şehre benim kokumu,nefesimi götürürken benim mevsimimde yaşıyordun ve yaşamadığın gibi beni de yaşatmadın hep.Sığınacağın son liman ulaşamayacağın kadar uazaktı sana ve öyle bir fırtınaydı ki bu,senden önce teslim almıştı sahillerimi.Geriye bir tek beni bıraktı; sense yok olup gitmiştin yaşayamadığın o sahte dünyanda...
Susmakmış,sükunetin bankında dudağını büküp oturmakmış çaresizce,elele gecen çiftlere iç geçirerek bakmak derin bir offf çekmekmiş AYRILIK...
Ardından sallamakla gözyaşlarını silmek arasında kalan bir mendili dilenci gibi önüne serip açmak,bir hayır duası için önüne atılan bozukluklarla kuşların karnını doyurmakmış YALNIZLIK...
Yüreğini eşelemek bir köpek gibi ömür boyunca,bulamayınca başını önüne eğmek ve devekuşları gibi başını altına saklayabilecek toprak aramakmış MUTLULUK...
Boğaza kelimelerin çığının düşmesi ve o çığın kazıdığın yüregine dolmasıyla odanın soğuk duvarları arasına sıkışmak,dışarıdaki oksijeni ciğerlerine kabul ettirememekmiş ÖLMEK...
Şimdi bende diyorum ki; ayrılık kokar tüm yalnızlıklar... Ve ölmek; mutluluk peşinde koşarken acemi bir şöförün kullandığı aracın altında kalmakmış aslında...
Yaralanmıştı; beklemediği bir anda gelen telefon ve karşısındaki ses ona şuana kadar tatmadığı bir yarayı tattırmıştı.Artık sevmediğini söylüyordu karşısındaki ses ve böyle bitmesi gerektiğini,son sözse ''herşey için teşekkür ederim'' olmuştu.Bu onun ayrılıktan aldığı ilk darbeydi,kabullenemedi ama tek bir kelime de düşmedi dudaklarından.Çünkü böyle bir anda ne diyeceğini hiç bilmiyordu.Telefonu kapattı ve kapatmasıyla duvara fırlatması bir olmuştu.Çöküp kaldığı koltuğunda öfkeyle karışık gözyaşları süzülüyordu gözlerinden.''Değmezmiş,etrafımdakiler çok haklıymış'' diye kendini avutup unutmaya çalıştıkça daha da çok hatırlanırdı unutulmak istenen insan,ona da aynısı oldu.İki gün geçmişti ama hala aynı yerdeydi; aynı öfkeyle sarsılıp gözyaşları döküyordu.Farklı,bugüne kadar yapmadığı birşey yaparsa herşeyi unutacağına inandırmıştı kendini.O esnada televizyonda gördüğü belgesel beyninde yeni bir düşünce oluşturmuştu.Hem tanıdıklarıyla karşılaşmayacak,bu karşılaşmada kimse onu hatırlatacak soruyu sormayacak hem de beyninde patlayan o acı kahkahadan kurtulacaktı.Hemen odasına çıkıp valizini topladı,dedesinden kalan av tüfeğini duvardan indirip temizleyip omuzuna taktı.Yola çıkma zamanı gelmişti.Bu yolculukta bahçelerindeki Pen adlı köpeği ona eşlik edecek ve kıştan kışa uğradıkları dağ evine yerleşeceklerdi.Yola çıktılar,dağ eteklerine vardıklarında ilk işi Pen'le birlikte ormanın içine girmek olmuştu.Avlanacaktı,avlanırken artan adrenalininde boğulup herşeyi unutacak ve yeni bir sayfa açacaktı hayatın içinde.Gökyüzünde iki kuşun dans eder gibi yanyana uçtuğunu gördü ve doğrulttu tüfeğini gökyüzüne.O ağaçlardan sekip ormanın yamaçlarında patlayan sesin ardından Pen hızlıca koşmaya başladı ve bir süre sonra Pen ağzının arasında bir kuşla geldi ama henüz canlıydı,üstelik siyah çizgili gövdesinde ne bir kan lekesi ne de bir saçma deliği yoktu.Şaşırmıştı; Pen'in yerde gördüğü ilk kuşun üstüne saldırdığını ve alıp geldiğini düşündü ve ormanın içine doğru ilerledi çünkü o kuşlardan birini vurduğunu görmüştü.Dikkatli dikkatli sağına soluna bakıyordu ufak adımlarla ilerlerken.Gerçekten de başka bir kuş görünmüyordu etrafta,arkasını döndü henüz bir iki adım atmıştı ki sağ elinin üzerinden sıcak birşeyin parmaklarına doğru süzüldüğünü hissetti.Bu kandı,çalıların arasından geçerken dikenli bir bitkinin elini yırtmış olabileceğini düşündü.Önce sağ elini inceledi ve sonra diğer elindeki kuşu yere bırakıp sol elini...İki elinde de hiçbir çizik,yaralanma izi yoktu.Başını havaya doğru kaldırdığında gerçekle karşılaştı.Biraz önce vurduğu kuş yaralanmış bir şekilde dalların arasındaydı ve o kan lekesinin sebebini ararken yere bıraktığı diğer kuş ta uçup yaralı kuşun hemen yanına konmuştu.Kendi ayrılığında öfkeyle taşan gözyaşları bu sefer sebep olduğu bir ayrılık için acıyla taşıyordu gözlerinden.Htasını anlamış ve o kuşun ölmemesi için dua ediyordu.Ağaca tırmanıp yaralı kuşa ulaştı,biraz önce bıraktığı kuşsa acı haykırışlarla tepelerinde uçuyordu.Eve geldiler; neyseki kanadından vurulmuştu şanslı olduğunu hissetti ve yaralı kuşun kanadına pansuman yapmaya başladı.
Bir hafta olmuştu; her gün pansuman yapıyor sabahları uyanır uyanmaz yaraladığı kuşun yanına gidip kanadının durumuna bakıyordu.Onuncu günün sabahı kanat sesleriyle uyandı.İyileşmişti ve kanat çırpıyordu,hiç bir sabah bu kadar keyifli kalktığını hatırlamıyordu.O kadar sevinçliydi ki hatasını telafi edebilmenin verdiği o keyifle mutluluk şarkıları söylüyordu.İyileşen kuşu avuçlarının arasına alıp bir öpücük kondurdu gagasının üstüne.Bu öpücük yaptığı büyük hatayı affettirebilmek içindi.Kapıya doğru yaklaştı ve aralayıp balkona çıktı.Artık uçma vaktiydi,son kez gözlerine baktı,özgürlüğün parıltısı yaraları iyileşen kuşun gözlerine çoktan yansımıştı.Tam bırakmak üzere avuçlarını gevşetmişti ki ilerideki çatının üstünden gelen kanat sesleriyle irkildi.Bu oydu; vurduğu kuşu kamufle etmek için kendini feda eden,siyah çizgili kuştu.Demek ki günlerdir o ilerideki çatının üstünde nöbet tutup beklemekteydi.Her şeyi unutmak için çıktığı bu yolculukta herşeyi yeniden hatırlamıştı ama bu defa gülümseyerek.Sevgisinin gerçek karşılığı olan adresi doğru tutturamadığını anlamıştı.Elindeki kuşu bırakmasıyla o iki kuş yine yanyana geldi.Öyle güzel uçup gidiyorlardı ki ilk gördüğü günde olduğu gibi dans edercesine,yanyana.İçeri girdi valizini topladı eve dönme vakti gelmişti.Kaçmasına gerek olmadığını düşündü.Ne kadar yara aldığının ve çevresinin onu hatırlatmasıyla çekeceği acının çok küçük olduğunu bir kuşun sayesinde farketmişti.Dönemliydi; sevgisinin gerçek karşılığı olan adresi arayıp bulmalıydı çünkü hem yaralayan hem de yaralanan acı çekiyordu ve bir o kadar da yaraları sarmak için ümitsizce bekleyenler..İnsanın aldığı yaralardan çok karşısındakinde açtığı yaralar canını acıtırdı ve bu yüzden insan korkularından,hayal kırıklarından kaçtığını düşünürken aslında hep kendisinden kaçar hep kendisini yaralardı...
Bu gece misafiriyim yine yalnızlığımın,kapattım ışıkları sımsıkı sarıldık birbirimize...Doya doya okşadım saçlarını yaslamışken başını göğsüme ve başladım hayallerimi bir bir anlatmaya.Ben anlattıkça susuyordu o,duvarlarsa dinliyordu tüm dikkatiyle.İkiyi vuruyordu saat sızdığında omuzumda yalnızlığım.Usulca örttüm üstünü,ellerim kelepçeliydi ellerine.Birden hayallerimin en güzel yerine gelmiştim; senin olduğun yere,kalbimin sesi inletmeye başlamıştı odayı...Ve bir ses,telefon sesi geceyi yırtıp sokulmuştu sığınağıma,cevapsız aramaydı üstelik gizliydi numara.Kim düşünürdü ki beni yalnızlığımdan başka,o da uyuyordu zaten koynumda...Mevsimler arasında geziniyordum,kısaydı zaman yetişemeyecek kadar hızlıydı anlatırken hayallerimi...Yarımdı hep hayallerim ve uzaktan uçup gelen bir kuş tamamlıyordu hikayelerimi,bense razıydım beklemeye yalnızlığımla birlikte bir bedende.Yanıyordu geceler alev alev sessizliğin hakimiyet kurduğu bu karanlık odada.Ve seni düşündüm; güvercinler uçtu penceremin önünden,yüreğim kanatlandı kondu beyaz bir buluta,üstelik gecenin bir yarısında aldırış etmeden yağmura...Göz kırptı yıldızlar bir bir ve dilek tutmam,yeni hayaller kurmam için yer değiştiriyorlardı usulca...Unutuyordum dış dünyayı günlerdir aynı odada sabahlarken yalnızlığımla.Mutlu olmayı öğreniyordum hatrıma düşen,gönlümden düşmeyen günlerimle.Merhaba derken sabaha gamzelerime dolmuyordu yaşlar...İyileşiyordu kapanmaz dediğim yaralar ve artık korkmuyordum karanlıklardan.Geri dönmüştü gölgem,gözbebeklerim yıllar sonra parlıyordu ilk defa ve ben artık düşünmüyordum gideni,gidip geri döneni,gittiği yerde beni bekleyeni,geceler sarmışken hayaller doldurmuşken tenimi...Vefa adında bir duygu kalmamışken,sevmelerin yalan olduğu bu şehirde yaşatamazdım artık o yitip giden,insanların özlemle aradıkları duyguları ve işte verdim kararımı:artık vazgeçtim kendimden,bu sabahtan sonra hiçbir farkım kalmadı duygusuz kimselerden...




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!