Gurbetten bir tren kalkıyordu; memleketin ilk istasyonunu özlemle bekleyen bir adam sabırsızlanıyordu eğilip öpmek için toprağı.Bir telefonla başlamıştı herşey,af çıkmıştı yurdunda ve sona ermişti sürgünlüğü.Sürpriz yapacaktı,kapıyı çalıp girecekti evine ve bitmek bilmeyen hasret tüketemeyecekti artık ciğerlerini.Bir türlü geçmiyordu zaman; uyumayı denedi olmadı,kitap okumak istedi kendini özdeşleştirecek kimseyi bulamadı.Bir mola arasında yaktı son sigarasını.Memlekete dönünce artık içmeyecekti çünkü yüzünü göremediği beş yaşında bir evladı bekliyordu babasını.Kondektörün ''Türkiye'ye hoşgeldiniz'' sesiyle irkildi,dolu dolu oldu gözleri.İner inmez istasyonda her gördüğüne sarılmak geldi içinden.Olmadı; ayakları yere henüz değmişti ki ortasından zincirle birbirine bağlı iki halka geçti bileklerine.Olsun vatandı; havası,suyu,toprağı bile yeterdi,hiç olmazsa çocuğunu görme ihtimali vardı.Önce tepesinde mavi ışık dolanan bir araca bindirdiler.Ne kadar değişmişti görmeyeli,top oynadıkları çayır çimenin yerinde binalar yükseliyordu.Dün gibi hatırlıyordu Goncasına burada top oynarken çarpılmıştı.Önünde iki polisin nöbette olduğu bir binanın önünde durdular sonra kelepçeli kollarının arasında iki polisle girdi içeri.Bildiği hiçbir suçu yoktu ama koca bir liste çıkardılar önüne; konuşmasına fırsat vermeden tıktılar bir hücreye,peşine türlü türlü işkenceler...Tek kelime etmedi,sessiz kaldı evladının yüzünü bir kez de olsa görebilmek için.Bir gece açıldı ansızın kapısı; siyah bir bez bağladılar gözlerine,dokuz basamaklı merdivenden indirip bindirdiler bir araca.On-on beş dakikalık bu yolculuğun sonunda başka bir binaya getirilmişti.Hatırladığı son şey başında bir anda hissettiği uyuşma ve sert bir darbeydi.Kendine her geldiğinde yeniden başlıyordu darbeler.Duyduğu çığlıklardan orada tek olmadığını anlamıştı da bir türlü bitmiyordu evladını görebilme sevdası.Son uyandığında tırnakları çekiliyordu sırayla,peşine vücudunda serseri bir elektrik akımı dolaşıyordu tüm organlarını,kan damlıyordu evladının göremediği resminin üstüne; işte o an durmuştu kalbi,can vermişti özlediği memleketinde işkenceler içinde ve yüzünü görmeyi ümit ettiği çocuğunu göğsüne basıp evladım diyemeden.Mayına basmıştı vuslatı gönlünü delen memleketinde kurulan hain bir pusuda.Gonca ise hala bekler Ekrem'ini,düşünceleri yüzünden yıllar önce soğuk duvarlar arasında öldüğünü bilmeden...
Nerede o eski el değmemiş şeffaf sevdalar
Bir durakta otobüs beklerken rastladığım
Gözlerin göze değmesiyle oluşan elektrikle
Tüm beden cayır cayır yanıp kavrulurken
Aldırmadan başı önünde o pembe yanaklı kızlar
Bakar mısınız dediğinde bir yüze bakmaktan utanan
Bir bank üzerinde sessiz oturmuşluğum
Kızkulesinin kısık gözlerle etrafı süzmesi
Kafamı kaldırıp uzaklara doğru bakarken
Denizdeki karanlık fırtınada seni bulmuşluğum
Duyduğum her seste,gördüğüm her yüzde
Seni aradığım o koşuşturmadaki yorulmuşluğum.
Unutamam; sen hiçbir şey söyleme ben konuşurum
Adım at uzaklarıma banaysa kalsın tuzaklar
Yıldızları da topla giderken ay yeter yarınlarıma
Sen git düşün kalsın ama ben unutamam.
Giderken yanına alma istersen
Varsın ayaklar altında kalsın gururum
Kaç rengi vardı mutluluğun hiç bilemedim
Seni beklediğim iskelenin altındaki denizin mavisi miydi
Yoksa tenini ısıtan güneşin sarısı mı
Peki ya hayallerini sayarken baktığın o beyaz
Küme küme bulutlar onlarda mı mutluluğun rengiydi
Kaç rengi vardı mutluluğun hiç bilemedim.
Senin olmadığın yerde başlıyordu yalnızlıklar; sessizliğe gömülüyordu dostlarım,gökyüzünde bir kuş konacak yer arıyordu,bir çocuk çıplak ayakla mendil satıyor,trafik ışıklarında camları siliyordu.Lunaparkın demirlerini kavrayan küçücük parmaklarıyla izliyordu içerideki mutluluğu,bir gemi batıyordu üstelik fırtınasız havada alabora oluyordu denizin tam ortasında...Bir kız çocuğu dileniyordu caminin kapısında yalnız başına,kovalıyordu azrail kılığındaki köpek can havliyle kaçan kediyi.Mevsimler karıştırıyordu yerini,yazın ortasında yağıyordu artık kar.Yazdığım fakat sana gönderemediğim mektupların hiçbir anlamı yoktu.Bedensiz ruhların gezindiği koskoca boşluktan ibaretti gece...
Kendimi aradığım yerde; bir kuş vurulup düşüyordu yere,ölüyordum bir bir dostlarımın gözünde,çıplak ayakla mendil satan o çocuk cansız yatıyordu yerde üstüne örtülen gazeteyle.Limanda demirli gemi durduğu yerde batıyordu derinlere.Akşamları o kız çocuğu bekliyordu köşede; ağzında sakız,yüzünde makyaj bir de mini eteğiyle.Bir kedi can veriyordu azrailin dişlerinde.Aynıydı mevsimler; hep fırtına hep iliklerime işleyen ayaz...Her bayram bir tabut kalkıyordu omuzlara,boş sayfaların üstündeki gözyaşlarıydı zarfsız mektuplar ve karanlıkları üstüme kusan ejderha gibiydi gece...
Çıkıp sana geliyordum uzun yollardan ve geçtiğim her yerde kaybettiklerim dikiliyordu önüme.Okulun tam önündeydim gözlerin gözlerime değdiğinde,artçılarla sallanıyordu bedenim.Adım adım yaklaşırken birbirimize,o çok sevdiğim fakat ölen kızla ilk tanıştığım sahne perdeleniyordu yüreğimde.kırk yıl değil son nefese kadar hatırı olan kahve gözlerin taşmaya yüz tutmuş barajlar gibiydi hasretle bakarken gözlerime.Oysa ilk defa seni görmeye gelmemiştim.Derdim ne teselli istemek ne de kelimelerle can vermekti maziye.Bu sefer kendimi almaya gelmiştim,bir de; ufak bir kızın başlamadan biten hayallerini,çıplak ayaklı çocuğun lunapark parmaklıkları arkasındaki keyfini,bir kedinin yaşama hevesini,bir de yalnızlığımın sesi,yarım kalan mektupları kurtarma ihtimalini....
Bazen; hani bazen uzanırsın yatağa,başını yastığa yasladığın anda sebepsiz iki damla izin ister düşmek için gözlerinden,yolculuklara çıkıp yol alır teninin üstünde...Vazgeçersin yastığa teslim etmekten başını,doğrulur kalkarsın.Sigara paketine uzanır elin üzerindeki o ''öldürür'' yazısına aldırmadan.Bir sigara yakarsın; derin derin,içli içli çeker duman doldurursun göğsüne.Birden aklına gelir gidenler; avutmak için kendini kıyaslarsın gelenlerle.Oysa bilirsin durmayacaktır gelen,gidense döndüğünde yine gidecektir.Bir gece,bir gece daha derken her geceye yayılır bu hesaplaşma; saçkıranlar kemirir beynini,çizgi çeker karanlıkta yitip gidenler yüzüne,kirpiklerinin arasına girer hasret,dudakların vücudunu bir anda saran o hararetten kaynar birbirine,gurbette vuslattadır yüzün iki gözüne.Ve dilinde döner durur bir dua; gidene dua,kendine bedduadır bu bekleyişte...Parmakların boşa gider biraz önce açtığın sigara paketinin içinde,izmarit basacak yer kalmamıştır kültabağında.Buruşturup atarsın sigara paketini bir köşeye.Perdeyi aralayıp yıldızlara bakıp biraz huzur bulmak istersin,perdeyi araladığında aydınlanmış olur gün,yıldızlar çekilmiştir köşesine...Toplarsın üzerine çekmeye fırsat bulamadığın yorganını,elini yüzünü yıkamana gerek kalmaz sabahı karşıladığından.Elbiselerini giyip atarsın kendini dışarı,açık bir dükkan bulup bir paket sigara alma umuduyla.İşte görüyorsunuz değil mi? Bazen iki damla bile yetiyor bir fırtına yaratmaya...
İki kişilik yaşayacaksın aşkı
Ortak hiçbir dostun arkadaşın olmadan
Küstüğünde araya kimseler girmeden
Özlediğin anda sarılacaksın telefona
Bıkmadan,usanmadan açana kadar arayacaksın
Ve açtığında hiçbir şey olmamış gibi
İpliği pazara çıkmışken tüm duyguların
Bir gece yarısı kolundan tutup
Acımadan kapının önüne koyuyordum aşkı
Nereye gidip,ne yapacağını düşünmeden
Oysa göründüğü kadar kolay değildi
Yağlı ipin ucundan bir sevda almak.
Bir gizli numaranın ardına saklanmışken ölüm
Yağmur değmişti hiç ıslanmamış duygulara
Siz ne kadar da inkar etseniz
Kurşun değmeden ölmekte varmış bu dünyada
Şimdi diyorsunuz ki hayat çok uzun
Bırak giden gitsin sen ardına bakma




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!