İçinde elleri kelepçeli tutuklularla gemiler kalkardı Ankara'dan ve her gemide mahşeri bir kalabalık...İskelede sayısız el sallayanlar; kırılgan gözlerle dalgın dalgın bakmışlıkları giden gemilere.O gidişleri kaldıramayıp gecenin matemine kadar o iskelede çöküp kalanlar; her dönen gemide heyecanla ayağa kalkışları,her gemide daha da kahrolmuşlukları.Ankara'dan gemiler kalkardı uzak karanlıklara,bir haber bile gelmezdi elleri kelepçeliyken bilekleri öpüşenlerden.Oysa nice geceler karşı dağlardaki özgürlüğe bakardık cam kenarından,benim ellerim senin omuzlarında seninse gözlerinde puslu bir bahar,o yüksek tepelerdeki gibi el değmemiş hayaller ama yüreğimdeki gizli katildi o hain yalnızlığım,kendisini benden koparmaya,ayırmaya çalışanı karanlıklara taşıyan ve yalnızlığım apansız vurdu seni içimde,seni daha çok sevmek daha fazla büyütmek istediğim o gecede.Gözyaşların teker teker parmaklarıma düşerken çektiğin acının büyüklüğünü unutup göğüs kafesime sımsıkı sarılırken o kurşun senden sekip yüreğime değdi ve o geceden beri duruyor göğsümde.Sancınsa hala hasretini taşıyan bedenimde ama bil ki ellerimin arasında o boş kovan ve yalnızlığım apansız vurdu seni içimde.Dudaklarım itiraf etmese kimse inanmazdı ayrıldığımıza ve artık iki dudağımın arasındaki hücrede ağırlaştırılmış müebbetteydi bir zamanlar seni mevsimlere paylaştıran kelimelerim.Yalnızlığımsa Ankara'dan kalkan o gemide; elleri kelepçeli,bir el sallamam için gözlerime bakmakta.İşte kalkıyor şimdi o gemi Ankara'dan karanlıklara,kandan yollar açılmışken gözbebeklerime seni vuran yalnızlığımı hiç acımadan ihbar etmişim ve son kez görüyorum bu iskelede.O da karıştı artık karanlıklara; herkes dalgın dalgın el sallamakta.Etrafımda o gidişleri kaldıramayıp gecenin matemine kadar iskelede çöküp kalanlar var,bense senden geriye kalanı yolculadım acımadan,bir el sallamadan...Herkes beklediği yere dönüş yapan tüm gemilere hüzünle ağlardı,ben ağlamazdım ve o herkes ne kadar sabırlı bir insan der gibi gözlerime bakardı ama bilmezlerdi; onların gözyaşları tuzlu denize karışırken ben bir ağlasam o deniz rengini kaybeder maviliğine kırmızı bulaşırdı ve bu yüzden benim için gemiler yalnızca Ankara'dan kalkardı...
Anneme çıkıyordu tüm sevdaların yokuşlu yolu,büyüdükçe unutuluyordu okşanan saçlar,öpülen alınlar ve sevdiğim herkes eteğini çekiştirip korkuyla arkasına saklandığım annem oluyordu aslında.Koşuyordum nefes almaksızın; anne
olacağını bildiğim,kucağını şefkatle açan,her seferinde sol yanımda kasırgalar yaratan o hain sevdalara üstelik dalağımın şişmesi pahasına.Unuttum koşmayı dökülürken saçlarım hızlıca,yorulmuştum sonu olmayan bu maratonda ve kimse dikenlerden arındırıp göğsünü sen gibi basmayacaktı bağrına.Şiir giyinmişken yüreğim,bir ressam resim çizerken gökyüzüne bekliyordum hala o sonbaharda; kurşuna beş kala,umudu beş geçe...Aşk ihanetle beslenmezdi; kin dolarken yüreğe,kan boşalıyordu gözlerden.Tek celselik oturumdu bu filmin sonu ve akşamları bir büyük rakıda yüzüyordu artık hayaller.Her sabah açılırken kapım yeni bir mezarlığa kolay
değildi unutmak gideni ne de alışmak boş odalara.Eksiliyordu yıldızlar gecelerden gizlice,takvimler düşerken günleri bir bir.Çalınmıyordu kapım rahatsız olmasın diye yalnızlığım,dönmüyordu beklenen dönerken mevsim.Düşe kalka büyürken acımıyordu dizlerim,ses tellerimde boğuluyordu yanyana gelemeden harfler ve bir gece başka bir geceye açarken penceresini kapanmıyordu ne yapsamda bu oyunda perdeler.Bir ceylan iniyordu
dağlardan,bir kanarya çırpınıyordu kafeste üşürken bedenim.Ay konarken gökyüzünün dalına güneş uçuyordu; yıldızlar parlasa da o dalda yaprak yaprak,akrep ve yelkovanın bulunduğu bir çemberin içindeydim yirmi dört
saat.Sarılmıştım kendime sımsıkı; gururum düşüp parçalanmışken yere,bir anne arıyordum içimde durmaksızın ağlayan o küçük bebeğe ve medcezirlerde kürek sallıyordum uyutmak için.Biliyorum koşsaydım gelecekti bir adım,oysa hiç bilmedi yalancı bahar,yüreğim tomurcuklanmaya bir adımdan daha yakın.Şimdi deniz kenarında oturmuş bir kedi gibi hiç ayırmadan gözlerimi bakıyorum denize; ah bir kapatabilsem gözlerimi bıraksam kendimi o derin
boşluğa.Biliyorum o tuzlu,mavi suyun içinde saklı hazine.Ve sen; istediğinde deniz kızı,unuttuğunda üç yüz altmış beş gün bileğimde kelepçe...
Aorttan geçmezdi kan susarken dilin; üstelik tek devreydi hayat yoktu rövanşı.Günahı yoktu sevgi uğrunda yitip giden papatyaların,peki ya her acıttığın kalp uğruna kırdığın o kırmızı güllerin? suçu yoktu sevmelerin ne de sevgiye kurban seçilenlerin.Belki bir gül aldım sana ya da yoldum kırdan bir papatya,bülbülün o güzel sesini,kelebeğin yaşama sevincini çalma pahasına.Ve sevdalar düşünce gönlümden bir bir anladım ki gidenin yeri dolmuyor yüreğin odalarında.Şimdi ne zaman feryat eder gibi öten bir bülbül görsem biliyorumki bir kalp kırılmış ve bir kuşun umudu çalınmış bu diyarda.Sokaklar ıslak,elektrik tellerinde tek bir kuş yok,sevdalar terketmiş bu kenti,deli gibi yağan yağmuru,bir tohumun çiçek açısını ve bir kuşun çalı parçası taşımasını beklemeden.Gidebildiğin kadar uzundur,durduğun kadar yakın ve düşünebildiğin kadar nefestir göğsüne,bazen de bir kuş olur uçar hayaller.Yüreğinde kır bahçeleri,zemheri olsa da mevsim,kırağı da düşse ansızın gözlerine; sevdalar rüzgar gibidir ne kadar kapatsanda gönül kapını sızar hücrelerine..
Yağmur yemiş duvarlar gibiydim,fırtınanın karşısına korkmadan dikilmiş ama içeriden rutubet bağlamış.Her günüm birbirinden hassas birbirinden kırılgandı acının yıktığı duvarsız odamda.Sayısını hatırlayamadığım senelerimde sayılı gün hüküm sürememişken,işte bu gün benim günümdür diyerek içinden saatleri çekip kendime esir edememiştim ve bu yüzden öfkem isyandı kelimesiz,harfsiz en sessizinden,çınlıyordu kulaklarımda.O çınladıkça deliniyordu zar yer değiştiriyordu çekiç,örs,üzengi.Peşine bir taht kuruluyordu beynimin en orta yerine ve o tahtı kemiren ufak bir kurt çürütüyordu beni içten içe.Öyle bir içti ki bu çeke çeke bitmeyen,yaşadığı bedene muhalif...Bana muhalefet olan bu diğer yüzüm her tereddüte düştüğümde ben sana demedim mi der gibi bakıyor,her dediğini yapıp yanıldığımdaysa o kötü adam kahkahalarından atıyordu.Bense acının yıktığı duvarsız odamda bu eziyete daha fazla dayanamayıp bir gece öldürmeye kalkıyorum o sesi.İlk başarısız deneyimimden sonra daha da sağlam planlar yapıp bir gece daha deniyorum ama her seferinde benden önce davranmış oluyordu ve gözümü açtığımda bir hastane odası; kolumda cam şişeden uzanan bir hortum.Bu kadar zordu bıraktığın aksisedadan kurtulmak,bu kadar yıpratıcı.Ve seni unutmak için bir başkasına veriyorum yerini,o da zamanla kuruyordu tahtını düşüncelerime.Gelenle gidenin hesabını yaptığımda büyümek için can atan o kurt yine kemirmeye başlıyordu beynimi ve bu devinimdeki tüm yollar unutup unutup hatırladığım sana çıkıyordu.Alzehimer bir sevda dolaşıyordu beyin hücrelerimde; istediği zaman fermanlar okuyup istediğinde emri altına aldığı diğer sevdalarımla seferlere çıkıp tek başına dönen.Oysa sevdalı düşüncelerimin içinde tek bir tilkinin bile ayak izi yokken alzehimer bir sevda eziyordu yeni başlangıçlarımı ve ben öldüremiyordum o sesi.Bana muhalefet olan bu ses senin sevdandan geriye kalan tek emanet,zorla bıraktığın tek hediyeydi.Yollarıma kurduğun ücretli gişeler sayesinde düşüncelerimin hangi yöne gideceğini biliyordu.Bu yüzden hep o sesle yaşamaya mahkum edildiğimi anlıyordum.
Seni unutmama izin vermeyen alzehimer bu sevda dolaşırken yollarımda adına sevgi dediğim tüm düşüncelerimi katlediyordu adresine ulaşamadan,ben artık katledilen sevdaların olay yeri incelemesini yapıyordum.Bildiğim,tanıdığım fakat durduramadığım seri bir katil elini kolunu sallayarak geziyordu sokaklarımda.Aynı zamanda öldürmeye kıyamadığım,her kıymaya kalktığımdaysa bir hastane odası...Ve alzehimer sevda rehin tutuyordu beni,sayılı gün hükmünü süremediğim hayatımda...
Yaşama merhaba denildiğinde her bebek ağlar; aslında insanoğlunun mendile ihtiyacı ilk doğduğu gün başlar ve herkes elleri tutmaya başladığı andan itibaren bebeklik gözyaşlarını silebilecek bir mendil bulabilme çabasıyla başlar hayat.Kimi erken bulur kimi cok geç.Bulamayanları da hesaba kattığında eksi sonsuzlara uzanan bir denklem çıkar ortaya ve çoğu bilmez bulduğu mendilin değerini.Ya deseni hoşuna gitmez ya da çok sert veya yumuşak oluşu.Bir sürü mendil buruşturulup atılır yerlere ve sokaklar böyle mendillerle dolu.Bazıları çok nadir bilir bulduğu mendilin kıymetini; kenarına işlemeler yapıp ömür boyu saklarlar yüreklerinin üstünde ve diyorum ki bir mendil bulduğunuzda kıymetini bilin aşklarda mendil gibidir işte....
Ölmeye vaktim yoktu seninle
Akşamsefaları açarken yüzünde
Bir tek sesi gelirdi martıların
Yansırdı gemilerin ışıkları gövdemize
Ve bende kalan siyah bir atkın vardı
Boynuma doladığın,dolarken ağladığın
Mahallenin en güzel en alımlı kızıydı sevda
Ve sevda kokardı yanağımı her okşadığında
Ben dokuzumda,o ondokuzunda
Pamuktan beyaz tenine inat
O sevdaydı,bense ona karasevda...
En kırmızı güllerin bir busesiyle utanacağı kadar kırmızıydı dudakları
Bir cuma akşamı dönüyordum eve; bilemezdim bunun cuma akşamıyla son buluşmam olduğunu.Işıklar kapanmış ve sessizdi sokağın evleri...Kapıyı açmamla tanışmıştım karşımda bekleyen üç silahın merhabasıyla,teslim ol diye sesleniyordu bir ses düşüncelerime ve tek bir kurşun değdi sol ciğerimin üstüne.Kan oldu düşüncelerimin gözyaşı akmaya başladı ahşap zemine.Ağlayan Meryem'im daha fazla dayanamadı ve kapaklandı üzerime ve peşine bir kurşun daha...Belki bana değmemişti ama saplanmıştı yüreğime.Gözbebekleri kocaman oldu Meryemim'in,dağıldı son heceler buluşamadan dilinde.İşte orada buluşmuştu aslında son nefeslerimiz.Bir polis arabasının bagajında taşıdılar bizi hastaneye,boştu yollar; meğer darbe olmuş düşünceye.Bir kitap vardı hem okuyup hem de hayata dair kısa kısa notlar aldığım,ölen yazarından çıkaramadıkları acılarını bizden çıkarmaya gelmişler,talan etmişler odaları ve birkaç kitap yüzünden karanlık hücrelere kilitlemişler.Peki ya nasıldı Meryem'im,neredeydi şimdi? Hastanede olduğunu söylemişlerdi; oysa Meryem'im son nefesini karnında taşıdığı diğer canla birlikte ahşap zeminde vermişti.Benimse kanıyordu yüreğim,düşüncelerimin rengi damlıyordu sol ciğerimden.Tek kişilik karanlık bir hücre; sırayla gelip gidenler,demir kapıda yankılanan tehditler,falakalar,devamında göğüs kafesimin üstünde kırılan ıslak sopalar ve ayrılıyordu et tırnaktan...Can gitmişti oysa iki can birden,sadece düşünce özgürlüğü yüzünden; çok muydu sanki et tırnağa veda etmiş,kan tabanlarıma siper çekmiş? Kim durdurabilirdi ki bu acıyla daha da büyüyen,filizlenip tomurcuk açan düşüncelerimi? Bir damla su dediğimde yüzüme tükürenler kendi kanlarında boğulurken girecek toprak bulamadılar memleketin koynunda ve ne mezarları oldu ne de ziyaretçileri.Tarihin karanlık yüzüydü işkencede can verenler,bense ufak bir ışık o bedenlere...
Son nefesimiz birleşiyordu düşüncelerimizde,son nefes kadar sıcak bir o kadar hazin kazınıyordu beyinlere.Ve sen yeni nesil; soluduğun havanın kıymetini bil,çünkü bizim son nefeslerimizi çekiyorsun ciğerlerine...
Bu gece bir sigaram bile yok seni hatırlatacak
Karşımda duran boş paketlerden anlıyorum
Bir de masamda ağzına kadar dolu kültabağımdan
Bugün seni her zamankinden fazla anmışım.
Yarın senin doğum günün ve biz kalmamış
Hem de doğduğun gün bölünüp ayrılmış
Önce bir kitap tutuşturdular elime
Ve dediler okudukça anlayacaksın konusunu
Vurulacaksın turnanın en uzakta ucanına
Sen bu kitapta son yaprak...
Bense bir kalem tuttum actım yuregımın sayfalarını
Evvel yazdım,sonra kazıyıp kanattım tırnaklarımla




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!