Bu aralar kimseyle konuşmak içimden gelmiyor,
Söyleyecek sözüm yok
Türkçem bitmiş sanki,
Yüreğim hüzünlü,
Bir yanım da yaralı,
Kanayan yaram var
Onu ilk gördüğümde, kalabalık bir sokaktı.
İnsan sesleri, araba kornaları, telaş…
Ama bir an, bütün şehir sustu.
Gözleri gözlerime değdi,
ve ben o bakışta bir ömrün saklandığını hissettim.
Tutku, önce bir yangındır.
İnsanı kendine çağıran, kendinden eden bir ateş…
Ama zamanla insan anlar:
yanmak, her zaman aydınlatmak değildir.
Bir gün gelir, ateşin içinden bakmayı öğrenirsin.
Bir adın var, dilimden düşmez,
Kalbime dokunur her nefesimde,
Gözlerin bir uzak ülke olsada,
Ben vizesiz bir yolcuyum orada.
Umudum, ince bir mum alevi,
Dünya sonsuz âlemlerin içinde bir toz tanesi,
O tozun da içinde bir zerre, o zerrede bir hiçlik.
Ve sen ey insanoğlu,
Kendini bu hiçliğin ortasında var sanırsın,
Oysa varlığın da, yokluğun da bir nefes kadardır.
Bir yorgunluk çöküyor bazen,
Ne bedenden, ne zihinden,
Ruhun içinden bir suskunluk gibi.
Başımı yastığa koysam,
Sanki dünyadan izin ister gibi…
Yoğun geçen bir ömrün ardından odamda oturmuş yağmuru İzliyorum,
Aslında ben böyle hayal etmemiştim, hayatım hiç de istediğim gibi geçmedi. Geldim ve gidiyorum. Elde var sıfır. İç dünyamda bir başıma kalmış ölümü bekliyorum. Dışa yansıtmıyorum İçinde olduğum buhranı. Kim ne yapsın ayrıca beni ve benim gibi içi çürümüş birini? Herkes, kendine bişey katacak, huzur verecek kendisini mutlu edecek birini ister hayatında. Benim kalbim kararmış, kendime faydam yok. Aynaya baktıkça görecek yüzüm yok. Göz kenarlarımda oluşan derin çizgiler Çok iyi anlatıyordu yılların yorgunluğunu. Ne çok anı biriktirmişim. Dilimde tüy kalmamıştı insanlara bişey anlatabilmek için, gösterdiğim çaba yarım kalmıştı umutlarım gibi.
.
.
.
Yak bi şiir geceye, efkarımız dağılsın,
Bir dize tuttum ateşe, senin aşkınla yandı,
Kokusu hüznüme karıştı, dumanı derdime sardı.
Her mısrayı içime çekişte
Sanki sen doluyorsun ciğerlerime,
Kelimeler sarıyor boğazımı,
Bu yalancı bahar gibiydi senin aşkın,
Yedi şubatta yüzüme vuran güneş gibiydi,
Biteceğini bile bile inandım sana,
Her ne olursa olsun yaşamak istedim seni,
Kendi düşen ağlamaz derler ya hani,
İşte öyleydi duygularım,
İnsan belli bir yaşa, belli bir olgunluğa gelinceye kadar hep önemsendiğini, saygı duyulduğunu, dünyanın onun üstünde döndüğünü düşünür. Ben'lik duygusu hep var olmuştur. Kendisini yaşamın merkezine koyar. Hırsları vardır. İnsanların onu sevdiğini sanır. Oysa ki insan, Thomas Hobbes'in de dediği gibi "Homo, homini lupus est" yani insan, insanın kurdudur. Sizi kimse sevmiyor, herkes kendi menfaatini düşünüyor. Merhamet denilen dürtü bile kendinden olana bakma, ilgilenme bile bir çıkar uğruna. Ego tatmini ve suçluluk duygusundan arınmadan başka bir şey değil. İnsan zamanla anlıyor aslında tek bir birey olduğunu. Menfaat işin içine girince görüyor gerçekleri. Ve sonra itiraf zamanı geliyor kendinden bile gizlediği gerçekleri..
Güçlü olmak ve mücadele etmek zorunda kalıyor hayatla başa çıkabilmek için. Aslında insanın insana hissettiğini zannettiği sevgi de yok, aşk da..
Bir düşünün kendinizden pay biçin.. Bunu şöyle düşünün;
Annenizi yada sevgilinizi seversiniz onun güzel saçlarını da, ama o saç başında ona tutuluyken seversiniz. Aynı saç yemeğin içine düşse mideniz bulanır, tiksinirsiniz. Ee hani o saç telini seviyordunuz?
Ben yazarken iğrendim, muhtemelen siz de okurken iğrendiniz. Hepsi konuya dikkat çekmek içindi. Algılatabilmek içindi anlatımımı.
Hayatını idame ettirirken izlediği yol yani kaderi, insanın kendi çabasına bağlıdır.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!