Korkma; yaşlanmazsın,
Varsın geçedursun zaman üzerinden,
Varsın sabahlar, akşamlar,
Yeni aylar, yeni yıllar olsun,
Bende bu yürek var ya, bu yürek,
Ben seni sürekli genç tutarım işte bu yüreğimde,
Kaldım karanlıklarda,
Kimsesiz sokaklarda,
Çileli günlerim var
Ağarak şakaklarda.
Ona nasıl inandım?
Necdet.
En küçük kardeşimiz…
Babaevimizin tatlı serserisi…
Tekne kazıntısı… Son beşik…
Alaaddin ‘in lambasındaki Cin…
Necdet; yaratılmış birkaç yıllığına
Saçın yangın içinde,
Sanki güneş gücünde,
Yaktı ilk gördüğümde
Zavallı yüreğimi.
Seni gördüm ve sevdim,
Gözlerimin yaşı dizime iner
İnan, ağlamaya bir utanmasam;
Zavallı yüreğim yanar mı böyle
Sana var gücümle sevdalanmasam?
Bir ömür boyudur ağlar inlerim,
Dokurken bak tezgaha;
Gözün dolası olur.
O beyaz bez sabaha
Kefen olası olur.
Bir gün kırılır dallar,
Bulutlardan güzel neyi var göğün?
Çöle hayat veren bulut gibisin.
Varsın zincirlerim olsun kördüğüm,
Zincir karetmeyen umut gibisin.
Varlığın kırları süsleyen çimen,
Yazık ki bahçeler bizsiz kalacak,
Güneş denizlere bizsiz doğacak,
Sular sahillere bizsiz vuracak,
Gel bu gün bitmeden, tükenmeden gel.
On onbeş yıl sonra kim bilir bizi?
15*
Nerden bilsin dertsiz olan derdimi?
Bilirim ki; elde böyle sancı yok.
Yaratan ‘dan gözetirim yardımı,
Kederi bildiren bir ilancı yok.
Düğüm Üstüne Düğüm
Kapsülün dışında yeni bir gün başlamıştı.
Güneş, ağaçların arasından yavaş yavaş yükselmeye koyulmuş, orman tüm canlılığıyla, tüm tazeliğiyle, tüm yeşilliğiyle ve tüm güzelliğiyle gözler önüne serilmişti. Herşey aşağı-yukarı bir önceki günü andırmaktaydı. Fakat görmesini bilen gözler için durum hiç de böyle değildi ve birbirini izleyen iki gün arasında çok büyük farklar vardı. Bunu en eksiksiz sezebilenlerden birinin Teğmen Vag Lom olduğu söylenebilirdi. Nitekim genç adam, kapsülün tam önünde durmuş, orman eteğinde gözalabildiğine uzanan çiçek tarlasını süzmekteydi. Teğmen Vag ‘a göre; bu tarla, bir gün önce gördüğü tarlaya asla benzemiyordu. Zira; insanı bir bakışta büyüleyen o eşsiz renk harmonisinden, güzellikleriyle insanın içini ürperten o yüzbinlerce çiçekten, birbirlerinden sınır sınır ayrılmış o öbek öbek sarılardan, mavilerden, kırmızılardan, yeşillerden, beyazlardan geriye bir tek iz bile kalmamıştı. Ormanın ayakları dibinde buyruk sürdüren tek renk yeşildi. Yeşil, yeşil, yeşil, sadece yeşil.
Genç adam kendisini yokladığında; Fotonist Kay Rem ‘in o katı fizikçiliğinden alabildiğine nefret ettiğini anladı. Her olayı fizik görüşlerle açıklamaya çalışmak, eşi-benzeri görülmemiş bir saçmalıktı. Doğada, ne oldukları, nasıl oldukları anlaşılamayan bazı gizli güçler de vardı, bunların yadsınması olanaksızdı ve insanoğlu onlara saygı duymalıydı. İnsanlar, açıklanamayan ve altında gizli güçler yattığı sanılan olaylardan hem tedirginlik duyup korkuyor, hem de bunlardan hoşlanıyordu. Alt yanı; bu bir heyecandı ve insanoğluna gerekliydi.
Astronot, daldığı bu düşüncelerden Fotonist Kay Rem ‘in sesiyle kurtuldu:
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!