Tıkandı yine lokmalar boğazıma,
Boğazıma tıkandı yine bir yudum suyum;
O yine gelip oturduğu için yanıma,
Bakmaya başladığı için o güzel gözleriyle yüzüme,
Hasretiyle gözlerimi yaşartarak,
Acısıyla burnumu sızlatarak.
Madem gidiyorsun, bakma geriye,
Arama yüzümde gözyaşlarımı.
Öylece dümdüz git, git ileriye,
Görmezlikten gelip telaşlarımı.
Görme, yansın kalbim, külhancasına,
Su değildir eski pınarların çam oluklarından akan,
karanlık rüzgarın sinesinde ağlayan su değildir;
gözyaşımdır tutup dizginleyemediğim,
akmasını bir türlü önleyemediğim,
kimseler için kıyamadığım bir damlasına,
kalmış senin yoluna
Aman mahzunlaşma; yüreğim kanar,
Sızlar ciğerlerim,
Gözlerim yaşarır,
Senin mutlu olabilmen için
Açar gönlüm ellerini Tanrı ‘ya
Yalvarır.
Lokmasını yutamadı. Boşu boşuna çiğnedi, çiğnedi, çiğnedi. Ağzında büyüyordu. Büyüdükçe büyüyordu. Sanki dev bir el, ağzından içeri zehirli bir el sokmuştu. Taş gibi bir kütle. Küf kokan, yosun kokan, toprak kokan bir kütle. Bardağın arta kalmış olan klorlu suyundan bir yudum aldı. Lokması boğazında biryerleri zorlayıp acıtarak aşağı indi. Yavaşça yerinden kalktı, odadan bir bohça getirdi., ayni yere oturdu ve bohçayı açtı. Bez parçalarının arasından her ikisinin de burunları delik bir çift erkek çorabı çıkararak iğneye iplik geçirip dikmeye başladı. Gözyaşlarını koluyla siliyor, siliyordu. Yüzüne kadınlarda pek görülmeyen sert, dolgun, katı ve gergin bir ifade gelmişti.
Çorapları dikti, bitirdi ve katlayıp yavaşça masanın üzerine bıraktı. Lavaboda mürekkeple boyalı kurumuş kınnapı aldı. Avucundaki balmumu parçasıyla kınnapı boydan boya ve sıkı sıkıya mumladı. Sonra eşinin ayakkabısından çıkardığı bağla ipi ölçtü. Bundan iki boy kesti. Bağ yerine ayakkabılara taktı. Ayakkabıları eski bir bezle silip kapı dibine bıraktı. Lavabo musluğunu çok hafif açarak elini-yüzünü tekrar yıkadı.
Genç kadın saat onikiye doğru kocasına yavaşça seslendi:
- Kubi… Kubi… Uyanır mısın, Kubicik… Az uyudun ama sınava yetişemezsin sonra.
Eşi battaniyeyi sırtından açıp başını masadan kaldırdı. Genç adamın üzerine yattığı sağ yanağında şakağına kadar derin ve nakışlı bir çizgi vardı.
- Kubi. Kendi kendine işkence ediyorsun. Divanda yatsaydın uyandıramaz mıyım? Daha rahat ederdin.
Kapadım kapılarımı seslere, bir büyük sensizlikte,
Güneşlerim sessiz dopuyor, sessiz başlıyor günüm,
Deniz sessiz dokunuyor sabahlara,
Dalgalar kumsalları sessizce kucaklıyor,
Martılar sessizce çırpıyor bembeyaz kanatlarını,
Rüzgar sessiz esiyor,
Sevdinmi birini candan, yürekten
Aklın maklın kalmaz, ten sarhoşlanır,
Asılacak olsan değer vermezsin,
Son solukta bile can sarhoşlanır.
Sanırsın bulutlar ipek mendildir,
Dere olur, su olmaz ya,
En bulunan bulunmaz ya,
Seraplara varılmaz ya;
Yerin işte öyle belli.
Gezindiğin bahçe bomboş,
Yıldızlara dönüp bak,
Yüzün gibi pasparlak,
Mehtap altın yuvarlak
O güzel gözlerinde.
Değme saçın savrulsun,
Gözlerim yol çekiyor,
Yol çekmese dalıp gitmezdi uzun uzun,
İnan ki; yolculuk var bugünlerde sana doğru,
Ya bugün, ya yarın,
Ya akşam, ya sabah,
Ah yakamıza yapışıp düşmeyen bu ayrılıklar,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!