Oturmuşum metal iskemleye,
Akşam akşam kendimin kopyasını çıkarıyorum.
Çıkardıkça girenler çıkanlar çoğalıyor, ruhuma,
Korkuyorum...
Elimde, geceden kalma sözlerin,
Bir başlasam, yaşayacağım...
Sevdan kalemimde ve
Sigaram hiç bitmese de,
Bir başlasam, seni yaşayacağım.
Haykıracağım sonra, tadını anlayamasam da,
Önceleri yetmedik birbirimize, az geldik düşlerimize... sonra sevdik, sonra ağladık. Sonra uyuduk birbirimizi görmek için rüyalarda. Tütsüler yakıp, şarkılar dinledik. Hep ateş oldu, kolayca öldük. kaldırıp attık cesetlerimizi, birbirimizi gömdük, ama hiçbir şey değişmedi ve bitmedi. Hep sevdik. Hep düşledik birbirimizi.
Konuşurduk sadece, birbirimizi sevdiğimizi birbirimizden saklayarak. Birbirimize sevgi yerine acı vermekten korktuk. Ama çaresizliğimiz bize en dayanılmaz ve az öldüren acıyı öptürdü. Kitaplar okuyup birbirimize hediye ettik. Kitaplarımız, hediyeler hep aşkı anlatırdı ve birbirimizi uzaktan uzaktan severdik. Unutamazdık yinede sevemezdik. Kolay değildi çünkü. Son sözü, dağınık kalplerimiz söylemişti. Ve bunu içimizde saklamıştık. Bazen şarkılar bazen ölümler bazen de çocuklar bize söylememizi anlatmıştı ama biz anlamazlıktan geldik. Yalnız kalınca oyunlar oynayıp, şarkılar söylerken söylermiş gibi yaptık. Hatta ben bir kere ağzımdan kaçırdım, sonra sana yalvarıp af diledim. Çünkü bizim sessizliğimiz aşkımızdan daha anlamlıydı. Ne koptuk, ne birbirimizin olduk.
Hep hayal kurar kurduğumuz hayalleri birbirimize aktarırdık. Ama hiç birisinde ne sen nede ben vardık. Aslında tüm hayallerimiz birbirimizin üzerineydi. Ama korkardık. Yaşamdan, garipliklerden, anılardan, geleceğimizden korkardık. birbirimize yalan söyleyip hayallerden bedenlerimizi soyutlardık. Yalan söyleyip, söylediğimiz yalanı anlamamız için gözlerimizle birbirimize yalvarırdık. Aslında gerek yoktu. Çünkü anlatmadan önce bile bunu bilirdik. Sonra kendimizden kaçıp iki dost gibi hikayeler anlatırdık. vitrinlere bakıp beğendiklerimizi anlatıp sonra birbirimizden habersiz alırdık. Sadece sevdiğimizi anlatmamak için.
Kış olurdu. Geceler soğuk ve sessiz. Dünden yarınımız belliydi. Zaman bize hep zor gelmişti zaten. Ama kışları daha çok severdik. Kış karanlığında aşkımız birbirimize daha çabuk dağılırdı. İçimize kalan alışkanlıklar beraberken kendilerini unuttururlardı. Gözlerimiz yapamazdı sadece bunu çünkü onlar hep gerçeğin peşindeydi.
Bazen kızardım sana. Zamanla beni unutacağını düşünüp seni bu kadar sevmeme neden izin verdiğini düşünüp kızardım. Çünkü duygularımın eskiyip, küflenmeyeceği bakiydi. Ben ölsem de hep içinde olacağımı biliyordun. Ve sen de aynı durumdaydın.
Ben ölümü sadece senin için istiyordum. Çünkü yanlış zamanda yanlış yerde yaşamıştık. Bu dünya yağmurlarıyla bile bizi hiçi sevmedi. Belki başka bir dünyada başka bir biçimde yetebilirdik. O zaman ne birbirimizi ne kendimizi kandırırdık. Ağlayıp seni düşünmek zaten ölümdü ve ölüm senin için olursa daha tatlıydı. Anlamıştım ki;
Bu aralar,
Hangi zamanlar?
Bu aralar,
Sana varoluşum var,
Sokağındaki kaldırımlarda,
Uyandım...
Etimde üçyüz altmış derece dönen,
bıçakla,
Utanmasam küfredecektim,
Ozon tabakasına.
Yalnızım!
Sahip olduğum tek şey,
Kitabımı aydınlatmaya çalışan,
Yalancı bir mum ışığı.
Ve dışarıda şimşekler çakıp,
Fırtınalar kopuyor.
Konuştuk...
Kelimelerimde dans ettin.
Bilmesem,
Seviyorsun sanacaktım.
Gözlerinde yandı gözbebeğim, -
Yola çıkıyorum....
... yola çıkmışım
en aydınlık sokaklarda,
gözümü karartmışım.
İçimi süzmüşüm,
bazen insan kendine birşeyler söyler sonra yine kendine cevap verir..