Ey hicran vadim, yolları dikenim ,
tükenişim ..
Gündüzüm, gecem, kızıl ufkum;
sır güneşim ..
Can özüm, sâkîm,
nur nefesim ..
Sen hiç doğmamış bir şiirin mısrasıydın,
Külrengi bir çocukluk fotoğrafının arkasına yazılmış adın bile yoktu.
Seni sevdiğimi anneme söylesem,
Çay demlemeye giderdi belki,
Ama sen çayın demini bile bilmezdin.
Gözlerin bir idam fermanıydı,
İmzasız...
Ben,
Celladıma âşık bir mahkûm...
Gök delinmiş, içine mavi zarflı mektuplarımı saklamışlar,
Mürekkebin canı çıktı özlemimi taşırken,
Kelimeler, bir nehir gibi aktı avuçlarımdan.
Hiçbir treni kaçırmamıştık aslında,
Sadece biletlerimizi saklamıştık "kalbimize"...
Belki de , ayrılık peronlarında beklemekti bize en çok yakışan...
Yürek kenarlarında unutulmuş "iki bavul" gibi...
Gündüz senden bahsettim mavilere,
Gece utandı, gönlümüze yine bandırdı isini.
Nereye dönüp baksam, kara duman gözlerin…
Hani, mevsim kış,
Dilimizde hüzzam makamı,
Sıcak bir çay sipariş etmiş sevdamız.
Ey İstanbul...
"Nâzım"’ın mahpushane penceresinden düşen yağmur,
Pimi çekilmiş ,
gözlerimden düşen kan ,
Dudaklarımda dolanan aklı başında sarhoş bir şiir ...
Jetonla arardım seni,
Çatlak kulaklıklarda yankılanırdı sesin,
Her “alo”na umut yüklerdim,
Seksenlerin soluk sarısında bir özlemdi gözlerin. ..
bir sabah,
kahvemi döktüm defterine...
belki böyle sevdiğimi
itiraf ederim sandım.
Sana dair tüm negatifleri siliyorum,
önce kelimelerimi pozluyorum loş bir odada,
sonra saçlarından baharın kokusunu uçuruyorum usulca.
Gözlerinin kahvesini sepya bir hüznün içine batırıyor,
anılarımızı paslı bir tripodun titrek gölgesine bırakıyorum.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!