Gözlerinin kahvesinden mi damlatsam fincanıma,
Belki o zaman uyanırım rüyandan…
Yoksa saçlarının renginde mi bulsam,
Yüreğimin saklı mevsimini?
Ya da dudaklarının ateşinden mi çalsam kırmızıyı,
Belki de kuşlar ölünce
gökyüzü biraz daha ağırlaşıyor.
Bir çocuk, elindeki dondurmayı yere düşürüyor
ve annesi “Ağlama.” diyor,
Bir şair asla yalan söylemezdi,
Çünkü kelimelerle oynanan seksek oyununda
Hep çizginin dışına basardı kalbi.
Şiir dediğin, biraz yamalı bir masa örtüsüydü,
Ağlamak bir şairin izdüşümüdür sevdiğine
Hecelerimi dizdiğim her iplik birer gözyaşı...
Uçlarından salıncak yapardım çocukluğuma...
Sen ki saçlarıma, kuytu bir anne gibi dokunurdun...
Şimdi gözbebeklerime düğümlenmiş bir sessizliksin...
annemin elbisesinden düştü boncuk,
şimdi nerede kim bilir...
belki bir kırlangıç yuvasına takıldı,
belki de sokak köpeğinin tasmasında.
Bir çorap kaldı çay bahçesinde ...
Yalnızlığın tek eşi.
Belki de aşk,
iki ayağı da aynı yere çıkmayan
"Belki de en büyük cesaret,
düğümleri çözmek için sabırla uğraşmak değil,
ipleri keserken bile yüreğinde taşıdığın umudu kaybetmemektir."
"Seni seviyorum" cümlesinin,
içindeki gizli özne ve nesne gibiydik...
Birlikte yüklenmiştik o yükleme.
Üstelik,
Özdemir Asaf'ın dediği gibi:
“Seninle,
İçimde bir çocuk hâlâ ısrarla salıncak kuruyor,
Ama ipi çürük.
Düşerken gözlerimi kapıyorum,
Tanrı’ya sürpriz olsun diye.
Dümen suyunda pusula bozuk,
Rüzgâr bir şeyler fısıldıyor, anlamıyorum.
Dalgalar bağırıyor: "Alabora oluyoruz!"
Ne yani, batıyor muyuz şimdi?
Güvertede iskeleyle dertleşiyorum,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!