Senin sessiz gülüşün, sana hiç yakışmıyordu,
Serin sabahlara savrulan soluk bir kar tanesi gibi…
Benimse ellerim, esen rüzgârla ürperen yapraklar gibi üşürdü ,
Bana da sevmek sızılı bir sonbahar gibi yakışmıyordu belli ki…
Bütün gün çay demledim kendime,
ama bir yudum bile içemedim.
Kendi kendime laflar attım,
sonra sustum, laflar yere düştü.
Belki de her bir yara,
kaybettiğimiz masumiyetin sessiz bir hatırasıdır...
İçimizdeki çocuğa usulca dokunan...
Gözlerin,
gökyüzünden düşen bir vahiydi ...
Bakışların, kadife bir sır gibi;
kahverenginin en kimsesiz tonu,
sanki içimizde bir sonbahar,
Hem yaşamak istiyorum bazen Nazım gibi,
Hem de ölmek istiyorum,
Nilgün Marmara gibi...
Didem Madak dizesi gibi.
Ortası yok hayatın,
Turgut Uyar’ın akşamında kayboldum,
sokaklar ?
Bir Atilla İlhan filmi gibi kararsız, siyah-beyaz...
Bakışların, Özdemir Asaf’ın "Lavinya" ’sından süzülen,
Bir “sen” ve “ben” arasına sıkışmış "kırık bir rakı şişesi".
İçen ölür...
Konuşur gibi eğildi göğsüme bir "gül"...
Sonra dikenlerinden bir ağıt sızdı sessizce,
"Sevmek," dedi, "kanatır biraz...!"
Sanki eski bir masaldan
kaçmış bir cümle gibi...
Ve biz,
Yüreğin güneşi,
kendi içinde doğar...
Çünkü her kalp,
aydınlığını, kendi içinde taşır."
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!