Meltemlerin armağanıydın,
bir kavağın yeli gibi,
Ne çok çocuktun,
ne çok hülyalı
ve
ne çok üşüyordun
Irak yoldan geldim..
Merhamet eyle!
Biraz olsun yamacında soluklanayım.
Koy elini göğsüme, bırak sende yok olayım..
Ruhumun taş ocaklarında dövülüyor harflere can veren kireçten tabletler..
Ben ki hikmet mahrumu zavallı bir çırak, kaderinde nasıl var olayım..?
Kendimi azad ediyorum senden.
kırıyorum, uzaktan ördüğüm zindan kalesinin kapılarını..
kurturacı beklemeden öyle sessiz, öylece sessiz..
diriltmemek üzere öldürüyorum duyarsız kaplerin aşklarını..
azad ediyorum kendimi, öyle sensiz, öylece sensiz..
menengiç kahvesinin kokusu asılı kalsın mancınıklarda..
“Ol” emri üzerine dirildim yokluğun çamurundan, secdede melekler hayret makamında, kibrini kuşanmış mucizevi dokunuşu küçümseyen şeytan..
Yoktu insan, yoktu zaman, yoktu mekan hatta yoktun sen bile, sensizlikte saklanıyordu devran..
Ne şarap vardı, ne üzüm, ne yokluk ne varlık; müşahede ederken “şaraptan üzümü, varlığını yokluktan..”
Zerreler düşmemişti henüz hilkat alemine kudret-i Mevla’dan..
Şems ne gezer gökte, gök dahi yoktu, ne Mesnevi’si söz dahi sirayet etmemişti Mevlâna’dan..
Ahh Beri. hep uzak mescitlere giden bir dervis gibi.
Yüksek meridyenlerden güneye doğru düşen kuşlar
uçurtuyorsun saçlarında.
Ebabiller. İncir kuşları.
Sırtında üçbin senelik hicri bir kahırla.
Üzümün ezilmişliğini şaraba bulayıp, kederden daha kederli, bir mire dönüşüyor uzuun saçların.
Gündüze inat geceye,
çığlık atan bir deli nehir gibiyim..
Vadinin uğultusunda
kopan bir kaya gibi...
Ve
baldıran zehriyle
Kendini ait hissetmediğin bir yerdesin..
Kafanda binbir düşünce ve yüzünde belli belirsiz bir hüzünle bakıyorsun sağına soluna ama öyle korkar gibi değil her şeyi anlar gibi..
Kırıp kışırlarını aşkın, özüne ermiş, gün yüzü görmemiş şarkıları saçlarından kopan sevinçlerle bestelemiş, Şirin’le göz göze gelmiş, Leyla ile el ele vermiş, aşkı ilmek ilmek işlemiş adına Hafıza el-Kayseran, namına “kadınlar şairi denmiş..
Ne gören olmuş, ne bilen hiç yokmuşsun ama her şeyden çok varmışsın gibi..
"Beni uzun süremidir tanıyorsun" diye sordu
Med ülkesinin çiçek kokulu kadını,
yaralarından hayat damlayan,
Baal-Marduk melekleri ile yaşıt olan
mistik adama...
Kaybolmuş efsanelerin
Elbette farkındayım,
içimdeki mezarlığa
bekçilik ederken,
güneşin sofrasına
uzanan ellerimin
yorgunluğunu...
Hayalinin gölgesine sığınmış, karanlık bir devirden, ötekine döndürürüm güneşin kıskandığı kandilleri..
Demlenir fikrimin inceliğinde, seni selamlamaya hazırlanan şarap tanrısının perileri..
Maenadlar geyik derisinden kumaşları dağlıyorlar ormanlarda süzülerek dans ederken..
Basiretini keskinleştirecek meyleri kaynatıyorlar çığlıklarıyla yaş odunları keserken..
Göğsümdeki kandilin kızıllığı düşer tenine, mey/hanemden sesin yükselirken..
Buraksız çıkarken göğe, varırken mekandan münezzehe, kalp tutuşur aniden..
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!