(En yeni, eski sevgiliye)
Yoklukların kavşağından her döndüğümde yeniden bir yoklukla yüz yüze gelmekten yoruldum.
Yorulur insan bilirim, yorgun insanı da bilirim, nerede görsem tanırım dudağının kenarında öylesine beliren o kırık tebessümden süzülen hüzünleri. Ağırbaşlıdır bakışları, okurum ben o bakışların derinindeki manayı, ruhunu görürüm gözlerinden, yorgun insanların..
Şimdi gelsen Pörtlek Gözlüm,
suskun ışıkların
gölgesinden geçerek,
mevsimleri sıralasan
peşin sıra,
öksüz kuşları
Siyah kirpiklerinde terk ederim dünyayı bulutlarda dolaşırım gözlerinin sisinde.
Ve ilk gençlik aşklarımı hatırlatır gülüşün.
Dudaklarında temize çekerim öpüşmelerimi.
Kıvrak kalçaların depremler yaratır gönlümde.
Yok olmak isterim teninin her yerinde.
Davranışların şaşırtır bazen Meryem ana gibi dindarlığın.
Sıcak ve demli çayımı almış, evimin bahçesinde plastik sandalyede oturuyorum.
Bu arada hava soğuyor artık.
Sonbaharın renkli güzelliği de hafif hafif soluyor soğudukça.
Kızıllar sarılara yerini bırakmaya hazırlanıyor.
Dün “sessizim” dedim ya; bugün biraz daha konuşkandım.
Daha önce hiç tanışmadığım birileriyle konuştum, uzaktan yakına, yakından uzağa.
Dünden bugüne, öz benliğimi, öz ellerimle, öz kalbime nakış nakış işlemiş bir yolcuyum..
İnançla inkârın gölgesinde bir sağa bir sola koşuşturan iflah olmaz kaçışımı, İbrahim-i cesaretin putları yıkan imanına borçluyum..
Din nedir, dinsiz nedir, mezhep nedir, meşrep nedir bilmem; insanı bilirim, iyisi ve kötüsüyle, erenlerin dilinde masum; yobazların dininde suçluyum..
Uykuyla uyanıklık arasında, hüzün tanrıçası Mara’nın avucunda, kalbi sıkı sıkı kuşatılmış, özgürlüğü doğmadan elinden alınmış, yırtık heybesi ayrılık ve yalnızlıkla yamalanmış, boynu bükük bir durumdayım..
İstesem gidemeyeceğim, ne olduğunu bilemeyeceğim mutluluk denen rüyanın çok uzağındayım..
İstila edilmiş, hatıraları yağmalanmış konakların, taş bakışlı yabanilerden ürkmüş sokakların, meydansız ve pazarsız bırakılmış yarı aç, yarı tok mahallelerin, ateşe verilmiş beyaz leçekli vakur şehirlerin, inkara sürüklenmiş haysiyetlerin, unutturulmaya çalışılmış dillerin, evlat acısıyla taşa dönüşmüş Niobelerin kucağındayım..
Hüzün perileri, ağıda ağıt yakan dilleri, yasa yas katan sözleri, uykuları kaçıran ninnileri, olanca heybetleriyle Machu Picchu’dan, Tikal’e, Kartaca’dan, Persepolis’e her yeri, yaka yaka, yıka yıka ilerliyorlar..
Sevgili Beri.
Silkelediğin gökyüzü
avuçlarıma altın yıldızları yağdırdı,
ellerim kor ateş sıcaklığında,
omuzlarımda sahipsiz ayrılık merasimleri
ve soğuk izleri,
Rüyalarımda, bir dağ eteğinin ucundayım...
yatağımda saçlarının kokusu yok...
kıvrandıkça düşüyorum...
yüreğimi sana versem, alıp koynunda saklar mısın bu gün..
Üşüyorum..
Aşkı
Turuncu gökyüzü
heybetli dağların arkasına yorgun bir tebessüm
saklama telaşına düşerken,
uzakların sesi kırılıyor
ve sevgilim saçını kesiyor kalbi duran bir şarkının son nakaratında...
Geceyi çerçeveliyorum
şiirlerimle,
tüm örtülü yalnızlıklara acıyarak,
tüm yanılsama aşklara gülerek,
sökük öyküleri yazıyorum.
Şarap zehir,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!