Sessizlik yemininde; Jainlerin şiddetsizliğindeyim..
Dört dinin, yarım kalmış aşkların, canıma kast etmiş aşklarımın, kavuşması olmayan ayrılıkların, şuursuz kelimelerin, sözsüz, nağmesiz şarkıların, Fayum’un ölümsüz portrelerinin, Modigliani’nin gözsüz çizdiği kadınların gölgesindeyim..
Elbette kalmaz dilin, kelamın..
İster altından, tunçtan, ister deniz kızlarının incilerinden, ister Freya’nın mücevherlerinden yapmaya çalış resmimi..
Sana seslenirken Eros; isimsiz, cisimsiz, sıfatsız maskelerini çıkarmışken, sessiz sessiz abesi mutlaka gidiyorsun, kırıp bütün zincirlerimi..
Yeryüzünde gökyüzünde, mihrapta minberde, duada ayinde, derinde sığda, sırda açıkta, varlıkta yoklukta “adına yemin olsun ki büründüğüm kefeni “sen anlarsın”“bir tek sen anlarsın” ahmaklığına kanıp karşında soymayacağım bir daha..
Can yorgunluğunu taşımaktan bitap düşmüş benliğimle, kendini sana anlatmayı kendine ihanet sayan dilimle, konuşsam dilimi kanatacak sözlerimle, irfanını ilkelliğine peşkeş çeken ilmimle, baktığını taşa çeviren gözlerimle şanına yemin olsun ki haysiyetimi feda etmeyeceğim bir daha münasebetsiz ilhamlarına..
Perseus gibisin, lanetlemişsin Gorgonları, Medusa’nın kesik başını almışsın eline, ilham ararsın gücüne kudretine.. kalemin kan arar, can arar, kurban arar, en kötüsü de bahane arar kendine, gövdem taşırken bunca yükü kafamı kesmenin anlamı ne?
Çekip gidiyorsun canavarmışım hatta “var” bile değilmişim gibi, ne onur, ne haysiyet, ne izzet, ne şeref bırakıyorsun insanda, saatler sonra dönüp heybende sakladığın başımı önüme atmanın manası ne?
Ruhum,
ölüler balosu için
siyah perdesini indiren
bir panayır alanı şimdi,
ismimi unutmam an meselesi...
Aşkta ve savaşta kural yoktur...
Ve cellât.
Bir isim daha ekledi katil defterine...
Bir ihtimal.
Gecelerim bir şiirin içinde yaylım ateşine tutulmuş gibi geçip gidiyor.
Terbiye olmayan bir arzuyla cehennemde yanmayı kabul etmiş isterikli varlıklarız biz...
Çünkü biz ten kayganlığında sevmişiz geceyi...
Gelmişiz..
Gitmişiz...
Girip, çıkmışız biz..
Ne ses, ne soluk, ne zikir, ne dua, ne ah, ne insan vardı, ne günah..
O çamurdan varlığın, yokluğuna ruh üflenene kadar ne secde etmek vardı, ne namazgâh..
Moiralar ıssız gecelerin bağrından rüyaları toplayarak geldiler, ellerinde kaderin kitabı, vermek istediler bana isimimi bir sabah.
Rün yazısından ilham aldılar Adem’in dilinden anlam, Odin’in yanındaki hakikat ağacına astılar dokuz gün vuslata hasret aşklarımı..
Gerçeğin zırhını hayallerle parçalamış gün yüzü görmeyen aşıklar, tereddüt etmeden adadılar bana yalnızlıklarını..
Bak bir Eylül daha geliyor.
Dökerek anılarını.
Enkaz zamanları üstümüze yığan
Ve
Esaretimizin ömrümüzden daha uzun olduğunu
Nar çiçeğine
Göz kırpan
renkli kelebek gibisin
yağmurun gelişini
bekleyen
hüzünlü mevsim gibisin.
Mevsimsiz gazeller eşliğinde,
İnançlı rüzgarlara döneceğiz yüzümüzü,
yağmur ile kucaklaşacağız özlemle
ve
yanaklardan dökülen
gamzeli gülümsemeleri
Gece ağır,
Yerinden kıpırdatamadığım parmaklarım kadar ağır…
Kalem ağır, kelam ağır…
Düş/ü/yorum düş bahçelerinden,
Düş/üm ağır…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!