Tükenmenin resmini çizdim,
Yüzümün bir kenarına.
Uzak kalmışım sana
Uzadıkça zaman, hüzünde eskiyormuş.
Taze kalmadıkça yara aynı seste acıtmıyormuş canı.
Bilmek acıtıyor anlayacağın.
Evin kuştin nava dilda
Gor’a wi çekirin nava gulda
Çave wi hiştin nava kilda
Jivir diherim çawreşamin tu megri
Xwin_u xweydane xweve
Resmine bakıyorum
Gecenin saf yumuşak ipeğinden bir yolculuk dokuyorum gözlerine..
Kimi hazlar var orada
Kimi savaşlar
Ateşin kadar diri inancın kadar keskin savaşlar
Gittikçe hiç'leşen kalabalığın içindeki
Tüm yalnızlıklar piç'leşiyor...
Yalnızlar kalabalığında
bedenler teğet geçerken
her adımda,
hikayeler sarmaşık birbirine.
Bu bir sevdanın yere göğe sığmaz yoğunluğudur,
Gözlerinde demlenirken aşk,
Varlığımın en suskun mahalinden
Şimdi susuyorum
Ve
Gözlerinde demlenen aşk ile yanan ben
Sokağın paslı ayak izlerinde
herkesin taşıdığı
aleni sırlardı oysa.
Herkes
heybesindekilerini
saklama telaşında.
Amansız bir yürek yangınındayken
Bir kemanın tellerine ıstıraplarımı astığımı
Ve
Derya derinliği gözlerinde kaybolduğumu
Zifir saçlarına niyazları bağladığımda öğrendim.
Gözlerinin zehriyle
Eylül gelmiş tüm cesareti ile
kesik bilek acısı bırakarak,
alın ortasına vuran mermi gibi.
Ey
Aziz Eylül!
Ey
Ulaşılması imkansız arzuların insanı sarsan şiddetinden, ölümsüz ağıtlarla selası okunmuş, yası tamamlanmış bir aşktan, sonsuzluk nehrinin doğduğu yalçın kayalardan geçerek, bakışlarımı kaldırıp yerden, çile dergahının kırkıncı gününde ufka yürüyorum..
Tantalos’un gölünden avuçlarımda kuruyan suyu taşıyorum, uzanıp erişemediği dallardan dökülen meyvenin çaresiz bekleyişini sırtlanıyorum.
Aşka küsen kalbim dönerken sırtını muhtemel her sevgiliye, maşukların divanında açlıkla ve susuzlukla sınanıyorum..
Her nefeste kavrulan bir yüreği, her adımda çözülen bir benliği, sessizliğin sesiyle kavrulan çığlıkları yükleniyorum..
Cihanlara sığmayanı sığdırmışım kalbime, ayıklamışım harfleri, kutsal olanları dolamışım dilime..
Elçi değilim hiçbir şeye, ne kaleme, ne mektuba, ne kedere, ne kadere..
Nesimi düşmemişken henüz ana rahmine, kim olduğum yazılmış Hallac’ın yüzülen derisine..
Tarihten kopup gelen seslerin, tanımların ve tariflerin, acıması olmayan kanunların, ölüme çağıran yasaların, Jan Dark’ı diri diri yakan cellatların, 17’sinde ellerimle taçlarını giydirdiğim korkak kralların, Antakyalı Margaret’in başını kopardığı yılanların, virane şehirlerin, kayıp kalelerin, hakikatsiz mecazların, kurak çöllerin gölgesi dahi düşmedi, düşemedi üstüme, emin oldu Pirron bile şeksiz şüphesiz kimliğime..




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!