Kayıp bir topraktan
geliyorum,
bundandır
soyut dokunuşlara
ve
ufuksuz dalışlara
Beyaza kesilmiş dudakların,
Aşka siyahi vedası,
ve
Yıllanmaktan bozulan
Şarabi özlemlerin ölüsüdür
Eylül...
Bir çıplaklık şölenindeyim adeta,
kimse saklayamıyor
bedenini,
hafızasını,
hislerini...
Durmadan
Sözcükler anlamını yitirir,
Rüzgârın uğultusu böler sessizliği,
Kalbim çırpınıp durur saatlerce
Gece özlemine yenik düşer
Gökyüzü kederlenir kirpiklerinde
Tutamaz gözyaşlarını
Dört nala koşturuyor hep hasret.
Orgazm kokan balkonlar,
Saat gecenin ortası,
Savrulan menekşe kokusu,
Tenin koksun tüm şehir
Kaç bu savaşın ortasından!
Birazdan
avuçlayacağım
tüm duygularımı,
alabildiğince
adil olacağım
ruhumu bölüşürken...
Aklıma dürbün ar gelir, cevherini “akl-ı küllide” kaybetmişken; uzak yakın tek olur, mesafeler fikrimde birleşmişken..
——-
Bir gece, binlerce gündüzü sırtında taşıyan bir gece, hikmetini, inayetini, izzetini, zilletini, ifratını, tefritini, aşkını, nefretini kuşanıp hece hece..
Bağladılar elimi, bağladılar gözümü, kulağımı; kül eyleyip dimağımı, külli bir akılda var eylediler, sessizce..
Karıştı birbirine yaratılmış ne varsa, yarım bırakılmış, yarılmış kalbimde, mecaz-hakikat sorgusu ne kadar cahilce!
Mevsimlermiş,
şarkılarmış,
masallarmış falan
geçelim bunları...
Sen
gözlerimin en meskun mahallini
Senin yüzünü
Hiç bir denize
Ve
Hiç bir maviye
Sığdıramazken,
Nasıl da aynaya bakarsın!
Haritasız kalan bir Aşk.
Hüzünlü bir gökyüzü,
Tarihin en yaman akıl ağrısı,
Yaralı bir şarkının son melodisi,
Sen zaten Mezopotamya'ya
benziyordun.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!