Kısa bir yolculuğun uzunca iç çekişleri gibiydi gözlerin.
Bugün senfonisine takılı kaldım...
Şimdi ay tanrıçası savurmuştur sarı saçlarını
Mezopotamyanın o verimli ovalarına doğru
Dans eder ağaçların serin dalları
Bir serinlik savurur yüreğime doğru...
Zemheri bir geçmişin hüznünü,
Baldıran zehirli dudaklar değil,
Dudağına değecekse dudağı..
Ve teri terine, bedeni bedenine karışacaksa..
Sonra fitili ateşlenecekse...
Dinamiti patlayacaksa..
Bütün ağırlığımla eziyorum seni..
Sonra al al dokunuyorum sana..
Ve..
Süryani bir şarabın tadıyla öpüyorum dudaklarını..
Dudakların sevgilim, dudakların..
Kanat dudaklarımı..
Yeryüzünde gökyüzünde, mihrapta minberde, duada ayinde, derinde sığda, sırda açıkta, varlıkta yoklukta “adına yemin olsun ki büründüğüm kefeni “sen anlarsın”“bir tek sen anlarsın” ahmaklığına kanıp karşında soymayacağım bir daha..
Can yorgunluğunu taşımaktan bitap düşmüş benliğimle, kendini sana anlatmayı kendine ihanet sayan dilimle, konuşsam dilimi kanatacak sözlerimle, irfanını ilkelliğine peşkeş çeken ilmimle, baktığını taşa çeviren gözlerimle şanına yemin olsun ki haysiyetimi feda etmeyeceğim bir daha münasebetsiz ilhamlarına..
Perseus gibisin, lanetlemişsin Gorgonları, Medusa’nın kesik başını almışsın eline, ilham ararsın gücüne kudretine.. kalemin kan arar, can arar, kurban arar, en kötüsü de bahane arar kendine, gövdem taşırken bunca yükü kafamı kesmenin anlamı ne?
Çekip gidiyorsun canavarmışım hatta “var” bile değilmişim gibi, ne onur, ne haysiyet, ne izzet, ne şeref bırakıyorsun insanda, saatler sonra dönüp heybende sakladığın başımı önüme atmanın manası ne?
Ruhum,
ölüler balosu için
siyah perdesini indiren
bir panayır alanı şimdi,
ismimi unutmam an meselesi...
Aşkta ve savaşta kural yoktur...
Ve cellât.
Bir isim daha ekledi katil defterine...
Bir ihtimal.
Gecelerim bir şiirin içinde yaylım ateşine tutulmuş gibi geçip gidiyor.
Terbiye olmayan bir arzuyla cehennemde yanmayı kabul etmiş isterikli varlıklarız biz...
Çünkü biz ten kayganlığında sevmişiz geceyi...
Gelmişiz..
Gitmişiz...
Girip, çıkmışız biz..
Yetim kalmış bir çocuğun,
İlk uçan balonuna yüklediği anlamları yüklüyorum sana.
Sevişmenin tek günah sayılmadığı yerdir yatağın..
tüm kavimler göçe hazırlanıyorlar.
bu gece,
seni sevmenin
Dişimle, tırnağımla, elimle, avucumla, denizi baştan başa yaran Musa’nın asasıyla, yeryüzünü mürekkepsiz bırakacak bir yeminle yazıyorum seni, vaat edilmiş helvaya, bıldırcına, ekmeğe ve suya…
Sanık sandalyesindeyim, hükmü çoktan verilmiş yargısız bir infazın ortasında..
“Suçun var” dediler ve “geride bıraktığın tanık; kalbinin ilk halkasında, çepeçevre kuşandığın, çarmıhlara gerilecek büyük yeminler içmişsin kutsal kaseyle..
Bir havari, bir sahabe bırakılmış rehbersiz, hala kanı ellerinde..”
Hayır diyorum, hayır..
Bir sonbahar akşamındaydık,
renkler dahi
rüzgarın hışmına uğramışken,
talan edilirken yapraklar,
sen
yağmura teslim,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!