Kayıp harfler var yaşadığım şehirde, mahallemde, sokağımda. Kaybolan bir çocuğun sitemi, ağıtları, kavuran ağrısı sıtma sıcaklığında sarıyor her yeri. Kayıp harfler var odamda, bir köşede duruyor biliyorum, belki üşüyor. Bulmalıyım onları, giydirmeliyim üstlerini, yedirmeliyim, içirmeliyim. Kayıp harfler dolaşıyor yüreğimde. Çıkın artık çıkın, nefessiz kaldım denizinizde...
Kayıplarımı arıyorum şimdi. Harflerimin peşine düştüm köşeleri dolanıyorum teker teker. Harflerle birlikte aslında kendimi de arıyorum. Bir köşede seni beklerken unutup kaybettiğim kendimi bulmaya çalışıyorum. Ellerimin boş kapanmasını hazmediyorum zaman akarken. Aslında, hiç tamamlanmıyor eksiklerim. Kayıp harflerim, hep kimsesiz kalıyor. Her seferinde bir başkasıyla el ele tutuşturup, sahile bırakıyorum onları. Şarap kadehlerini dolduruyorum, boş ellerine veriyorum. Yudumlarken birbirlerine sıkıca sarılsınlar istiyorum. Kaybolmak öyle yapışıyor ki üzerlerine, yine salınıyorlar ayrı caddelere.
Güzel Mavi’m artlarından bakakalıyor öksüzce. Kimsesizliğini bir kere daha koyuyor önüne. Düşünüyor… Nice sevdalara şahitlik yaptığını, nice gözyaşlarını bağrına bastığını, insanların ve kelimelerin her yaşadıklarında ona koşmalarını izlediğini düşünüyor. Düşünüyor… Kimsesizliğini düşünüyor tüm bunlara rağmen.
Yaşamın ilk ve son perdesinde ben
Tek seyircim var, o da sen
Gözlerinde kayboldu tüm replikler
Sadece sende gördüklerimi oynayacağım ben
Her yer beyaz olmalı, bembeyaz.
Kar yağsa diner mi gözyaşların?
Çocuk, bak yüzüme saflığınla gül biraz.
Gözyaşının denizinde boğulma sakın.
“Radyoda dilini çözemediğim bir şarkı çalınmakta, ben ise yine o öksüz gecelerden birine karışıyorum. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur var. Yağmur, sensizliği daha bir yoğuruyor sanki yüreğimde. Bir kaç kadeh içtikten sonra hele de! ”
Herkes veda etmekte birbirine, sokaklar kadar boş kalmakta artık sevdalar. Her geçen gün “Hoş geldin! ” demeyi unutur olduk birbirimize. Aşk şekil değiştirir mi bilmiyorum ama kime sorsam, hiç bilip görmediği, şahit olmadığı eski aşklardan dem vurmaktalar.
“Ah o eski aşklar yok mu? ”
Seni de, beni de bu hale getirendir aşk. Faili bellidir yüreğimin katilinin. Mutluluklarımızı gözlerimizden ve gülüşlerimizden ayırıp insafsızca, hiç sevmemişiz gibi o gülüşleri, sırtımızı dönüp gider olduk.
Düpedüz vefasız olduk!
Zamanın içinde yaşadığımız mahkumiyetliklerimizle geçmişimizi yazıyoruz. Anlık öfkelerle yıkılan yaşamlar ve gururların bedelini ödemeye hiç birimizin gücü yok aslında. Nedense kendimize olan bu dürüstlük borcunu ödemeye yanaşmayız asla. Hesaplarımızı aynalarda vermeye çalışırken, boşa geçirdiğimiz günlerin hesabını tutmaya kalkmamıza ne demeli bilmem. Herkesin eninde sonunda başını ellerinin arasına alıp kendini ve yaşamı sorgulayacağı bir gün gelip çatıveriyor. Kimi büyük adam, kimi memur, kimi şair, kimi hasta, kimi balıkçı, kimi çöpçü. Neler sayılabilir örnek olarak, sizler de biliyorsunuz. Okurken biraz kendinizi yormanızı istiyorum. Bencillikle mahkumiyetin aynı şey olduğunu fark ediyor insan sorgulamanın sonunda. Bencilliklerimizle kaybedişlere mahkum olduğumuzu fark etmenin, bende veya sizde yaptığı şey aynı mı acaba? Yaşamları farklı olan insanların cezaları ve mahkumiyetlikleri de farklı mı?
Yaşamın insanın sırtına bindirdiği yükler bazen çok fazla acımasız oluyor. Doğduğu an annesini kaybeden bir çocuk düşünün şimdi. Yoksunlukların en büyüğünü yaşamak nefes almaya başladığı anda mahkumiyeti olmuş. Hatta sanki o suçluymuş gibi, cezalandırılmış yaşam ve birileri tarafından. Pek çok insanla yaşamış ama aslında aklındaki tüm karmaşalara rağmen yalnız olduğunu benliğine kazıyarak. Öyle bir etiket kondurmuş ki kendine; neye elini atsa başarısızlık, neye dokunsa zarar, ne karar verse yanlış olacak sanki. Nefes almaktan vazgeçse, acaba kaderi olan bu kaybedişler değişir mi diye düşünmüş. Geri dönüşü olmayan kayıpların mucizevi bir şekilde değişeceğini sanmış bir zaman. Aslında değişebilecek tek şeyin kendisi ve bakışları olduğunu çözmeye an be an yaklaştığını bilerek görmezden gelmiş. Yaşam kocaman bir acı yumağı, onun aklında dolaşan karanlık dehlizler, aydınlığa çıkacak kapılara sürdüğü kalın sürgüler, her şey karanlık. Umut denen mavi ummanın derinliğini gördüğü anlarda sıyrılmış bu girdaplardan fakat yine sanki yuvasıymış gibi her seyahatin sonunda başladığı yere dönmüş.
Tembelleşiyordum, sevmeye eriniyordum. Gözlerimden akıp giden düşlerimi izliyordum kımıldamadan. Sana benzeyen her damlada, ben yitip gidiyordum belki de, ama acımıyordu içim.
Tuhaftı her şey…
Nefes almak seninle mümkünken an öncesinde, şimdi nefretsiz bir unutkanlığa yakalanmıştı aklım. Maksat, seni kaybetmekti. Maksat, sevmemekti…
Öylesineydi sanki her şey. Cümleler dolanırken aklımın kenarlarında seni sevdiğim zamanlarda, şimdi derin sessizlikler vardı. Gelişi güzel söylenmiş hal hatır sormacalardan ibaretti günlüğe yazılanlar.
Sen gidiyorsun ardına bakmadan
Geride mutluluklarını bırakarak
Yanlışı, doğruyu sorgulamadan
Boş bir resme hayran olarak
Sevda böyle büyük yaşanmalı işte
Böyle siper olmalı yürekler vuslata
Yanmalı aşık, yakmaktan önce
Her sevdalı senin gibi olmalı...
Hayallerimin içinden aldım bu gece seni yine. Masaya karşılıklı oturup şaraplarımızı yudumladık. Hayaldi ya nasıl olsa, seni en saf halinle oturttum karşıma. Tüm maskelerinden soyundurdum seni. Safi kendindin bu gece. Ne yalanlar vardı üzerinde, ne de kaçamak bakışların. Sokulurken sıcak sobaya ya da yudumlarken şarabını çocuk gibi yalındın, her zamankinden farklıydı gözlerindeki sevinç. Hayal bu ya, bir buse uçtu dudaklarımdan gözlerine. Öyle bir sevinçti benimkisi, kendi hayalim ancak beni mutlu etmeliydi. Bencilce izlemeliydim karşına oturup.
Hayat da bencildi hep, ben sadece bu gece bencillik yapıyorum diye kızma bana. Hayalsin sen de altı üstü unutma. Ben çizdim senin yüzünü bu gece. En saf gülümsemeni takın şimdi, sonra o yüzle bak bana. Bu resim kalsın hatıraların arasında. Hayal adamın en saf halini izliyorum. Kadehteki şarapta hayali yüzünün aksini görüyorum, bir yudum alıyorum ondan. Seni de sindiriyorum ruhumda. Huzura yumuyorum gözlerimi gecenin ardından.
Düşüme dadandırdım seni bu gece. Sabaha kadar hayal olarak kalacaksın. Gerçeklikten uzak son bir düş göreceğim. Sabah yeniden başlayacağım herşeye, bu kez hep gerçekleri yazıp çizeceğim. Gerçek soluk alıp verişleri izleyeceğim göğüslerde. Gerçek gülümsemeler ve gerçek gözlerle yürüyeceğim sokakta. Gerçek kokusunu çekeceğim denizin, ciğerlerimi dolduracağım bahar sabahının pusuyla. Gözlerim yaşaracak yine belki, ağladığımdan olmayacak bu kez. Bahar sabahının pusundan diyeceğim soranlara.
Ruhumun yangınlarına hoş geldin. Sağanaklarınla serinlet beni gece gözlü sevgili. Yağ üzerime damla damla. Birbirine değmez hiçbir damlan, tenimde her noktaya düşer usulca. Yağarken de severim seni, akarken de. Kâh yangınlara atarsın beni geceyi kıskandıran gözlerinle, kâh güneş ellerinle tutar götürürsün dalgaların valsine. Dumanı tüter yüreğimin. Sen gelince başka, sen gidince başka yanar bu gönül.
Depremlerime hoş geldin. Sarsıldıkça yarılır yüreğim, seni alır içine. Büyür, genişler boşluklar. Sen dolarsın ansızın her yere. Kapıdan, pencereden, aralık kalan her yerden, kokun sızar benliğime kadar. Efsunludur sana ait her şey, ben bırakırım kendimi sana. Depremlerim bile alamaz beni senden. Gidip gidip gelemediğim yollar vardır hep anılarımda. Toprak yarılır depremlerimde, maziyi yutar. Sadece sen kalıverirsin karşımda. Peşin sıra yaşarım her şeyi.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!