Yalan sevdaya inat giderim
Sahteliklerin tümünü
Ezerim çıplak ayaklarımla
Ve seni tutarım tüm gücümle
Çekerim yalnızlık kuytusundan
Can olurum,
Umutsuz yaşanmaz
Dostsuz yaşanmaz
Sevgisiz yaşanmaz
Bir martı kanadında
Ya da bir güvencin gagasında
Belki bir mısır tanesinde umut
Su olamadı, akamadı birimizin yüreği diğerine. Dünya sığdı da bir ufacık bir damlaya, biz sığamadık. Yıllanmadık, yalanlandık. Acıydı özümüz, çekirdeklerimizden yeşermiyordu küçük fidanlar. Hani, beni salıverdiğin mandalina bahçesi var ya sevgili...
Kurudu!
Kurudu aşk, çok gözyaşı vardı ama denizi yoktu. Denizi varken de, yosundan bulaşan yeşili...
Senin de başrolde oynadığın bir cehenneme düştüm sevgili. Karanlığın en zifirisinde bekletiyorum ruhumu. Araf’a açılan pencerede sabahlıyorum çoğu zaman. Uykusuz gecelerin ardından sahte bir "Günaydın" savuruyorum dünyaya. Kimse bilmiyor ki, gündüzlerimin en az gecelerim kadar siyah olduğunu...
Biri çıkıp " Geceler melankoliktir" diyor. Ben ise; gecelerin karanlığında mutlu, gündüzleri senin karanlığının azabında olduğumu saklıyorum. Bahanesiz ama saklıyorum işte...
Kimse görmesin, bilmesin...
Zorla sevemiyor insan, ya da saklayamıyor kırgınlığını. Sadece konuşmuş olmak için de, sarf edilmiyor zamanı gelmiş bir kaç kelime. "Seni" yazıp bırakamıyorsun mesela. Ardından "seviyorum" ya da "özledim" koşup yakalamak istiyor. Zorla özletemiyorsun kendini ya da birini özleyemiyorsun. Sorarlarsa, çocukların masum bakışlarını takınarak "özledin mi, sevdin mi? " diye, ne susabiliyorsun ne de gözlerine dalıp cevap verebiliyorsun. Kaçak göz darbelerinin arasına sıkışmış, bir kaç sessiz kelime yuvarlanıyor dudaklardan.
O an anlıyorsun ki; zorla olmuyor aşk!
Aşka bahaneler bulabiliyorsan, ya gerçekten yakalanıyorsun ona, ya da kaçıyorsun. Sevmek için üç günü olan kelebeği, avucunda tutamıyorsan, ölüyorsun demektir bana göre. Çünkü aşk, kelebek kanadı gibi rengârenktir.
Sevmek için neden aramıyorsan, bir tebessüm için gidebiliyorsan başka bir şehre, kaybolabiliyorsan zambak kadar yabani bir çiçeğin gölgesinde ve konuşmadan saatlerce onun kokusunu duyduğunu sanarak hayal kurabiliyorsan, âşıksın demektir…
Yazdılar!
Her şeyi yazdılar eni konu.
Anlattılar seni, beni...
Sokakları anlattılar.
Bastığımız taşların ağzından,
Laf almaya çalıştılar.
İçimdeki seli durduramıyorum bir türlü. Zamana inat, gelip geçmeden iyice yerleşiyor sanki. Öfkeyle özlem karıştı birbirine ve ben ilk kez ayırdına varamıyorum gün ve gecenin. Kızıl günün ortasında, nasıl da kapkara oluyor yüzler. “Yüreklerin arka kapısı açık mı? Neden ışık sızmıyor içeri?” diye saçma sorular arasında debelenirken buluyorum kendimi.
Dudaklarımı aralasam, hangi renk olduğunu kestiremediğim bir öfke fışkıracak dilimden. Alacalı, karanlık ve çok gürültülü bu aralar yüreğim. Ondandır, susmayı tercih edişim.
Öyle zor ki, sana susmak!
Bu kadar çok konuşulacak şey varken üstelik öylece susup, küsüp gitmeleri bıraktın bana.
İnsandık,
Bazen nankör
Bazen kırılgan
Bazen kıran.
İnsandık,
Çoğumuz aynı yerden
Ardımda kaç cenaze bıraktığımı düşündükçe, kendimi azılı bir katil sanıyorum geceleri. Karanlıkla anlaşma yapmış bir ruha büründüğüm düşüncesi sarıyor, sıtma nöbetlerine bırakıyorum yüreğimi. Nefes almak da zor oluyor o zaman, ağlamak da. Bir başınalığa katlanmak yerine, yeni bir cinayet için kurban seçmeye başlıyorum içimdeki fotoğraflara bakıp.
Bazen kan akıtmak, delilik denebilecek derece mutlu ediyor insanı. Bir yüreği bıçak darbesi kadar acıtabilecek cümleleri kurmakta ustalaşıyor dil ve ardı arkası kesilmeyen bir hikâye anlatmaya başlıyor.
Neden mi?
Sırf kendini acıtanı daha fazla acıtabilmek için!
Kedilere gün doğarken, bizim iki ayaklı pisipisicikler de pek bir ortalıkta bu günlerde. Kimi zarar ziyan peşinde, kimi de bir parça ciğer.
Geride kalan şubat ayını hem bireysel hem de toplumsal anlamda pek de iyi geçirmedik değil mi? Baharın gelişine sevinirken, bir yandan da yurdum insanı içinde tanısı konulmamış ruh hastalarının el attıkları felaketleri izledik. Hangi konudan bahsettiğimi elbette anladınız, biliyorum.
Küçük kızımız Özgecan!
Hayallerinin, hayatının elinden alındığı yerde, bu ülkede hatta benzerlerinin hala yaşandığı ve yaşanacağı bu dünyada insana dair umutların yeniden yeşerebileceğini aklım kesmiyor dostlar.
Bunların bir yerlerde hala yaşanıyor olması, ne acı insanlık adına!
Beyefendi okurlarım alınmasınlar ama kedilerle aralarında bizlerden daha çok benzerlik var. (Özgecan olayını buna örnek göstermiş değilim. Sadece, insanlık ayıbımızı bir kez daha belirtmek istedim.)
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!