Dalgalı denizde,
Kâğıttan kayıklar,
Savruldukça etrafa,
Kurtulmayı sayıklar.
Karşıdaki kıyıya
Anılarla dolu her güverte,
Bir gülüş kaldı eski seyirde.
Aşkımı sığdıramam denize,
Ne çabuk beni unuttun, kaptan?
Beyaz düşlerin kucağında doğan,
Kar zindanı içinde yalnız açan,
Küçük mucizelerin gizemli dili,
Özgürlüğün ilk sessiz nefesi.
Sürgün vermiş bir beden gibi,
Güneş tepede, ter gibi gün yanığı;
Ayaklarımda toprağın ağırlığı.
Gölgede yok, gelir mi akşama?
Birden gözüme ilişti, yan dalda.
Salyangoz yelinde gibi dünya,
Unutulmuş şeker kavanozunda.
Üzerime eğilmiş kapakta,
Şekerler akıyor damla damla.
Kavanozdaki ışık uzakta,
Ufukta kızıl bir esinti dolanır,
Gün batımının yaprakları kızarır.
Yanan nar çiçeklerinin ateşinde,
Bir Gül düşün, sanki en kanlı yerinde.
Kırmızının bin halini taşır bakışın,
Köy kahvesi açık sabah sekizden önce;
İlk gelen Mehmet Amca, benden söylemece.
Ortada soba yanar, üstünde çay demi;
Çözersin bir yudumda geçmişi, geleceği.
Sandım ki yelkenim olursun
Meğer fırtına senmişsin.
Sen, rotamı altüst edip
Sinsice kendine çekmişsin.
Pusulam şaştı izinde,
Gökyüzü, bir annenin sessizliğiyle uyanmış.
Bulutlar kan kokusu ile ağır, güneş utanmış.
Toprak, ölülerin sıcaklığıyla hâlâ nefes alıyor
Ve her taş, suskun bir mezar taşı gibi bakıyor.
Deniz, dalgalarını kıyıya vururken ağlıyor.
Sonsuzluğun diliyle konuşan meyan,
Gizli bir sabırdır damakta kalan.
Zehriyle şifa olur, sözleri sorgulu;
Kıvrılır kökleri, kader gibi tortulu.
Geçmişin yükünü hoyratça taşır,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!