Zamanın ortaklığında açıldı dervâze
Var olan sadece ihtişamlı yokluktu
Aş yok eş yok aşk yok neş yok
Kuyuda bir kurt
Sultan olmuştu suça
O yok bu yok su yok
Hastane
-1-
Büyük bir heyecanla cevap vermeye başladı temizlik görevlisi ‘’çok çıkmışsınız iki kat aşağıda aradığınız servis. Bakın hepsinin duvarında kendi isimleri yazıyor’’…
Bir anda boğazımıza kadar ulaşan deterjan kokusuyla minnettar bir bakış bırakıp o kata, aşağıya inmeye başladık.
Hastane
/2/
Camın önünde ayakta duruyordu. Yüzü cama değecek kadar yakındı. Sırtı gözlerime dolarken boyu sanki daha uzun geldi.
Henüz iki hafta olmuş fakat aklımı her an huzursuz eden o adamı görmemek için kendime daha fazla engel olamamıştım. Sabah Selen’i arayıp
‘’bugün fatihe gideceğim dönüşte hastaneye uğrarım, eğer sonuçların çıkmışsa ararım gelirsin.’’ Dedim. Gitmek için bir sebep aramaktan ziyade gittiğim yeri bildirmeyi içimin bir tarafında mızmızlanan korku sebep olmuştu. Hastaneye vardığımda vakit ikindiydi. Ezan sesi yeni çekilmişti havadan. Güvenlikle göz göze gelmemiz dışında bir engel yaşamamıştım içeriye girerken. Fakat her binaya elimi kolumu sallayarak giremeyeceğimi biliyordum. Beyaz bir önlük yürütme fikri kendime yaptığım bir espriydi ve işe de yaramıştı. Gülümsedim… Bir kaldırımın en tenha köşesine oturup nefes almaya çalıştım… İnsanlar bir kumaşın tutmayan deseni gibi akıyorlardı. Hepsi bir renk hepsi ayrı ayrı renk… Dizlerimi iyice kendime çekip üzerine kolumu onun üzerine de çenemi koyduğumda karşı bankın altında bana göz kırpan şeyi gördüm. Kalktım tek bir hamle ile bankın altındaki refakatçi kartını alıp etrafa baktım. Sadece baktım, sorgulamadan baktım ve ağzımı bile açmadım…
Kimseye diyemiyorsun ki onu çok özlüyorum diye.. kendin bile bilmiyorsun neyi özlediğini. . İçini yakan ateşin kaynağını... Özlem duyduğun şeyin aslında ne olduğunu... Aynaları kırıp , yok edip tüm aksi, bu özlemi böyle etten kemiktenmiş gibi bâki eden ne!
Çok özledim... yakıcı bir özlemek bu. Ateşler içinde, yanaklarıma doğru ıslak bir patikada, kalbimde dört nala bir koşmak, kah bir mezarın başında kah bir sokağın yüzyüze gelecek köşesinde...
çok özledim... dudaklarım kuruyor bu ateşten. Bir lav akımı gibi sel, bir âmin ki dua bulamamış kendine, parmak uçlarında kalp krizi geçiren anlamsız bir hikâye..
Bir kuşu en iyi sen miyavlarsın hüreyre
Çünkü ne aşklar yazıldı bir ağaca tırmanmanda
Ve bilir cümle alemin sokakları
Sallantılı bir sırdır mart
Ve yazgı en iyi sende palazlanır
Çünkü kuşlar senin pamuk vicdanına verilmiş gibi
içindeki tedirginlik parmaklarında titremeye yol açmıştı.. harflerin yanlış dizilimlerini görünce şu F ne kadar da fazla gelişmiş ezoterik bir harf gibi duruyor dedi.. her seyi bırakıp selam mı versem diye düşünürken kapı zili kulaklarını kapatmasına engel olacak kadar çocukça tekrara düşüp duran bir cıvıltıdaydı.
o kalkıp kapıyı açarken ekranın üzerindeki F, alfabenin en peltek fısıltısı olan F de kalkıp yer verdi bir vedaya..
Beni bul sonra kaybet
Daha fazla kaybolmamı sağla...
duyulan her hissiyat bir Var'dan mütevellittir
ki yapılan her teşbih kurulan her mecaz bir Var'dan... şairin yalanı hakikattir...
Fikri bile yok hayatın yorgunluğuna dair
Başka bir deyişle pratik acılar hırçın savaşçılar
Ve istek
Sehven ve şehven istek
yer yer çirkin yer yer ürkünç hep taptaze ve koyu lüsid
Yalnızlık bunu hasıraltı etmez
içimdeki atın şah damarında patlamaya hazır bir koşu...
koştur beni
kavruk bir benizle suya doğru
elinden dikeni alınmış bir gül gibi savunmasız
Zehra
Canhıraş yangınlardan önce
Utanıp küçülen ellerim vardı, cılız
Cılız yani duymanın sağır kaldığı
Ben cambazıydım görmezden gelmenin
Mahalle bakkallarında, perde arkalarında
Ey sesine kuşların tünediği
Elvedaya binecek son ürperti... Çok İyi Çok Çok İyiii