Önce mavi gözlerin vardı
Deniz deniz ürperten karanlığı
Kararlı bakışların sonra
Aydınlığa yolaçan bakışların
İnadına geçerdin ötesine zamanın
Binlerce ayak sesi ardında
Gece titriyor sıcağına teninin
Damar damar toprağa koşuyor ay ışığı
Rüzgara kapılmış
Bir çift gözbebeği kapında
Ben geldim güne düşmüş ezgilerle
Aç kapıyı
Gölgelerde saklı bir şarkıydı sevdiğim
Bir salkım elma yalanında
yalnız bir kurtçuktum ben
Sen ise
İnce bir damak kıvrımı iki diş arasında.
Kol kola girmiş iki tükürük taneciği
Dudağımda ayak izin
Bağıra çağıra yazmak istiyorum gövdene
Ey gözlerinin alaca yokuşunda edindiğim
Sevgi yandaşı
Aydınlık türküsü
Zor zaman ustası,
Sonsuz mavinin içinde bir yüreğim,
Öteki aydınlıkları süzüyor mavinin inadına kızıl bir akşam griliğinde
Ve öfke öfke kanat cırpıyor martılar deniz tadında bir ufka
Ki ellerin saklanmıs çizgisinde
Ve yorulmuşluk şarkısı gagalarından süzülüp gelen...
o geceydi,
o gece
..........kıyasıya bir titreyiş sancısıyla sarsıldı
....................düşüncemin sen bakışlı yansıması,
gece sustu kaldı
yıldız küstü boğuldu
Damla damla inat yoğurdum
gecede gözyaşına
Fersah fersah umut kazıdım
inancın ekmeğine
Kulaç kulaç aydınlığına yüzdüm
gözbebeklerinin
Resimlerin kenarına işlemiştim adını
kollarımda sensizlik yükü kıvranıyorken,
Ölümüne acıkmıştı gözlerim
sensiz gecelerin bıkkın tavana dikilişlerine,
Açlık
kanamalı bir yürekte
Bir ağlayabilsem,
Bir bırakabilsen kendimi gözyaşı selime
Hıçkırıklarımın ritminde raksederken bir yandan
Bir yandan sarhoş olsam
Bitkin bakışlarımla kolkola...
Özlemlerimle sevişircesine
Sana dair ne varsa yazmak boynumun borcu olsun derken kendi kendime, senin bu denli uçsuz bucaksız, bu kadar bitimsiz olabileceğini hesaplayamamıştım. Oysa hesapsız kitapsız verilmiş – tabii ki kendime- bir sözün ağırlığı altında öylesine ezginim ki… Yine de o kadar sıcak ki sana yazma işkencesi, öylesine muhteşem kokular salgılıyor yürek kulakçıklarıma bilemezsin.
Seni özlemekten arda kalan vakitlerimi, nasıl yapsam da sana nasıl yazsam endişesiyle geçiriyorum ve bir fırsatını bulup iki sigara fırtı arasında ya da bıkkın bir tuvalet kaçamağında nasıl oluyorsa sana yazıyor ve hatta utanmadan bunları ben yazdım diye embesil salak gururlanarak sana okutmaya savaşıyorum. Geleyim de kendimden nefret etmeyeyim.
Elin oğlu binlerce hatta mıltıryonlarca sözcükle mülakat edip, bu işe en usturuplularıyla üç senelik sözleşme yapsın ve bunları sana yazılabilecek cümleleri kenara dantel niyetine işlesin, ben oturayım – bak hem de oturduğum yerden – iki kelimeyi üç otuz paraya bağladım diye keyif çatıp gözlerini seyrin kıymetini biliyor havalarında kalbini kırıp gözyaşı akıttırayım.
Bak utanmaza desen yeridir ekmek nimet eze ki. Şimdi bunları yazarken bile kendime karşı şiddetli bir esef duygusuna kapılmaktan kendimi tutup çıkartamıyorum. Ben bir neyim diye sormak şaşkınlığına düşmek ilk yaptığım şey olsaydı, gider kendimi Taksim semalarına bayrak niyetine dikerdim.
Hakkımda bu kadar kötü düşünen bir ben kişi olarak, esefsel bir başkaldırının kendimi ayrı bir kalıba sokacağını sanmaksa ayrı bir salakya. Üç kuruşluk aklımıza giydirecek başka takke yokmuş gibi sen yakala beni, bul da koy o sevgili anlatımındaki coşkun koltuğa. İki kelimeye bir pişti oynatamazken ben tutayım da valse nota arayayım öyle mi?
Bak utanmaza, arlanmaza, terbiyesize! Kasabın dükkânında asılı o harap post benimkisi olsaydı, ben de kendime seviliyor hissededurur, bir yandan da miyav bir gece korkusu tırmalardım mart akşamlarının karasına kırmızı renkli bir ampul ışığında.
meraba,umarim beni hatiriliyorsun.
kanitsizmelek