Birol Çelik Şiirleri - Şair Birol Çelik

Birol Çelik

İnceldi sevdalar kopmak üzere
Bir gülizara gitmek üzere
Sevin ne olur ey deli gönül
Yalancı başlangıçlar bitmek üzere

Dudağıma can suyu değmek üzere

Devamını Oku
Birol Çelik

Beyazı severdim
Siyahı görmeden önce
Ağaç veren toprağı
Çiçek veren ağacı severdim
Gülen çocukları severdim
Ağlayanları görmeden önce

Devamını Oku
Birol Çelik

Sıkıldım sende kaybolmaktan
Seni içimde kaybetmek istiyorum
Ama gel gör ki
Kaybettiğim yerlerde daha beter buluyorum seni
Seni unutmak için çektiğim hafızamın namlusunda
Hedef hep ben oluyor

Devamını Oku
Birol Çelik

sazlığa git
ney kopar
şehri hüzünden geliyorum de
meclise gir
demet demet ateş sun
kadeh kadeh sabır

Devamını Oku
Birol Çelik

Şehitlik güzel şey derdinya bana
İşte şehit oldum ağlama ana
Kahbe kurşun değerken cana
Aklımda sen vardın yemin ederim

Şubatın onyedisi soğuk bir gündü

Devamını Oku
Birol Çelik

Bir yıldızdın sen
Benim yıldızım
Adın adımdı benim
Seni seyrederken ben
Başım ellerimde
uzaklara dalardım

Devamını Oku
Birol Çelik

Çıkıp yüreğimin nura namzet tepelerine
Açıp kollarımı haykırmak istiyorum
Bir dost bulup aynı yüke müptela
Dostlara derdimi açmak istiyorum

Perişanım vuslat arzusuyla muhabbete

Devamını Oku
Birol Çelik

Bu yük dağların yükümüdür
Hani cesaretlerin ermediği
Bilinmedik alemlerde gizli
Gül bahçesinin kilidi
acep bu yüktemi gizli

Devamını Oku
Birol Çelik

Kıyısındayım
Ortasında değil
Hiçbirşeyin


Yaşam dediğimde ölüm

Devamını Oku
Birol Çelik

Kapılar açılmıyor, elini uzattığı bütün dallar elinde kalıyordu. Bugün bir umudu daha boğazlamış, yeni bir kaybedişin taze noktasını koymuştu kendi elleriyle. Kimselere kırgın değildi. Duvarların kendisine acıyarak baktığı, babadan yadigar deyip yalnız bırakamadığı, bir ayağı çukurda olan koltuğa bırakıverdi kocaman vücüdunu.Yorgundu, bütün eşya yorgun.Nasip dedi şükür mahiyetinde çatılmış iki kaşın arasında. Elini gönül heybesine atıp, kimselerin bilmediği duyguları çıkardı önüne, uzun uzun baktı, odadaki bütün oksijeni toplayıp bir damla yaşa sarılı bir ah çıkardı derinden. “İsterseniz gidin “ dedi. Bu dünyaya ait değildi sanki, kaybetmek için oynuyordu bütün oyunları, yada bütün oyunlar hile yapıyordu şükür mahiyetinde bir nasip için. Dolu dolu bir hava daha almaya çalıştı ama geçmedi elveda düğümlü boğazından bir nefes. Kalktı, ötelere aşina gözlerinin önünde titreyen yalnız gece değildi. Bütün eşya lal olmuş o heybetli tavrın rüzgarında tarumar olmuştu. Kaybettiklerini bir daha kaybederek, kocaman alemleri sığdırdığı küçücük odasının kapısını açtı. Büyüdükçe büyüdü kapının önünde. Annesinin nasırlı elleriyle, en cılız sazlardan, üstüne yanık türküler söyleyerek ördüğü efkarlı bir hasırın üstüne dua makamıyla büzüşüverdi. O fırında, onca ateş hangi ekmek için can buluyordu. Can havliyle açtı avuçlarını göklere. Duvarlarda sesler yankılanmıyordu lakin çığlık çığlığa bir hal vardı ortada. Neyin hesabını veriyordu, hangi kaybedişin kazancını koyuyordu gönül heybesine kimbilir.

Devamını Oku