yârim
ateşin harıyla yandım suyun şavkıyla aynalandım
aştım sarp yolları geçtim dikenli çölleri
geldim kapına yüz sürdüm toprağına
el yerine koyma kıyma bana
titreşimi
baskın dağınıklığın ortasında beli ince köprüler
debisi yükselirken suların gök üstünde yürür bulutlar
küf atan yüzümdeki karıncalanmış çizgileri kutsayan yıllar
bakın acımadı ki hiç vurgun yiyen dallarım
cayır cayır yanan gözlerim
uykudayım
........
anesteziyle uyuttuğum
dertlerle koyun koyuna yatıyoruz
fakat bir türlü rahat bırakmıyor felek
uyandırıp uyandırıp falakaya
bir koru ayazı sırtımda üşüyor
yine de ağaçlara çiçeklere merhaba
ne kadar yavaş yürüsem de
çare olmuyor yol
tükeniyor
oturdum balkonun sarmaşık köşesine
akşamın serinliği çöktü üzerime
onunda yalnızlıktan dili şişmiş
ee... napalım muhabbetin belini
kıralım istedim
"Ne şair yaş döker ne âşık ağlar tarihe karıştı eski sevdalar."
F. N. Çamlıbel
sabahın serin yeşil buğusu çimlerde
yalçın kayaların
umursuz duruşu gibi öfke
ellerim hoyrat kasırga çiçekleri
ellerim panjurları çarpa çarpa yürüyen rüzgâr
gözyaşlarım odadan odaya dolan yağmur bulutu
dokunsa parmaklarım maazallah
kâkülü yüzüne düşmüş
bir pencerenin ağzı kadar süslü zaman
gözü hareli bir ağacın dallarının aynası ışık
küçüldüm bir bardak üzüm şırasının
ayağının dibine oturdum
I.
nadasa yatırılmış toprağın bezginliği gün
yön duygusunu kaybetmiş rüzgârların dağınıklığı saçlarım
göz olsa da izan bozuk sürünerek geçiyor günler
her yer pus cenneti ellerim pıtrak tarlası
dokundukça kanıyor yüzüm
olağan şeyler dürtüsü
içinde yağmurların koşturduğu bulutlar kümesi
sıradan rüzgârların yaprak uğultusu pencerelerde
olağan şeyler bunlar bulut yağmur ve rüzgârlar
nisan öpücükleri güller ve sarı kelebekler
kapımda
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!