Alper Gencer Şiirleri - Şair Alper Gencer

Alper Gencer

pirim gözler ne etsin harfleri bu harfleri
cümlesinin gebesi bir noğda değil midir
çoğ olmazsa yol olmaz gapılardan içeri
üçü gırğı yedisi bir yoğda değil midir

pirim diller ne etsin sesleri bu sesleri

Devamını Oku
Alper Gencer

İlke’ye, Funda’ya, Onur’a…

yalanım yok dünyada en çok sana hiddetlendim
çünkü sevdim
çok sevdim buna inandırdım imamı
Allah ve şahitler huzurunda sevgilim

Devamını Oku
Alper Gencer

-evi, gelin diye güzel yaptık! -

kaç bin sene geçti dağlar hala yukarılarda
şehirleri ateşi kıstırmadan eritiyorlar
ekmekler bölünüyor gövdelerin göğsünde
kuğular asfaltta

Devamını Oku
Alper Gencer

kuşlar bilir
bir berkin daha konamayacak sabaha
onun kafesini kırdılar
sürü döndü
soğukta kalanlar akşam oldular

Devamını Oku
Alper Gencer

işte karanlık inmiş görkemli alnacına
sırtında sevdiğinin sapladığı bıçaklar...
gece olmuş
vurulmuş saz
sınırları ve duvarları aşamıyor çocuklar

Devamını Oku
Alper Gencer

ben yalnızca senin itibarını taşıyorum üzerimde
senin can şerefin o vücuttaki saki
hiç ara vermeden çay meyhanelerde
iki gözün ettikleri var bir de yerin yüzeyinde
akşam ayın güzel yüzüne kapanmış
gece derinlemesine bir yaralık

Devamını Oku
Alper Gencer

madem birdir ikisi niye yalnız uçarsın
göğü verseler sana turnam kanadın mı var
musahibin öldü mü dar dünyaya düçarsın
dört bucağı dolaşsan konacak dalın mı var

deli dersin özüne derdimizi sınarsın

Devamını Oku
Alper Gencer

2 Temmuz 1993… Sivas’ta bir oteli yaktılar. Kimler yaktı? Camide, sokakta, kıraathanede ellerine tutuşturulan imzasız kâğıtlarla galeyana gelen; kendini inancının muhafızı, sözcüsü ve hatta sahibi ilan eden cehalet! Kim dağıttı o imzasız kâğıtları? Derinlerine kadar pisliğe bulaşmış bir devlet! Kimler yandı? Otuz beş can ve itibar-ı millet!

Madımak’ı yaktıklarında, henüz 13 yaşındaydım. Aziz Nesin’in yazdığı çocuk kitaplarından birkaçını iştahla yutan bir çocuk olarak, televizyonun karşısında olan biteni büyük bir dehşetle izlediğimi hatırlıyorum. Hissettiklerimi, bu duyguya o yaşlarda benzeyen bir başka duygumla ancak izah edebilirim. Çocukken futbol maçlarına giderdik. Ve takımımız yenildiğinde, seyirciler arasından bol küfürlü ve tehditkâr tezahüratlar yükselirdi. Bazen kendinden geçen birkaç seyircinin, soyunma odasına giden yolda, mağlup takımımızın oyuncularını sanki “öldürmek” istercesine tel örgülere yapıştığını görürdüm. Tam burada, o tel örgülere yapışan adamların korkusuyla dolardım. Aziz Nesin’in de itfaiyeden, sanki bir timsah havuzuna koca bir but atılırcasına, hınç dolu bir kalabalığa atılmasını izlerken, seyircilerin tel örgülerinin olmadığını fark etmemle bu korkum tavan yapmıştı. Tel örgülere inanmıyorum. Ama böyle insanlığa da inanmıyorum ben!

Aziz Nesin; ne tanrıtanımazlığı, ne Salman Rushdie distribütörlüğü ile benim hafızamda yer etmiştir. Çünkü çocukluk, bir insanın hayatını ele geçirmeye teşnedir. Eğer Nesin’in yazdığı çocuk kitaplarını okuyanınız varsa, bu kitaplarda yazılanlar bir çocuğa bir emaneti teslim edercesine kaleme alınmıştır. O kitapları okuyanlar, Aziz Nesin’in tanrıtanımazlığına da, Peygamber’e hakaret ettiğine de inanmaz. O kitapları okursanız, Aziz Nesin’in kalbinin oraya gömüldüğüne şahit olacaksınız, zira kalbi olmayan biri o kitapları yazamaz!

Devamını Oku
Alper Gencer

Alçak İsrail donanmasının gemiyi taciz ettiği ilk andan itibaren başlamak istiyorum. Zira inanmazsınız, daha sonra gemidekilerle konuştuğumuzda da benimle aynı duygu ve düşüncede olduklarını öğrenecektim, o vakte kadar biz Ebubekir Kurban’ın güzeller güzeli kızlarının özenerek başörtüsü diktiği Barbie bebeklerin, Gazzeli çocuklara sağ salim ulaşacağından neredeyse hiç şüphe etmiyorduk. Hava güzeldi, kuzenimle 7-8 saatlik bir araba yolculuğu sonrası evde oturmuş Haneke’nin “Bilinmeyen Kod”unu izliyorduk. Neden sonra film bitti, internette (Twitter süper bir şey!) olan bitene uyandım. Kuzenime “haydi, İsrail konsolosluğuna gidiyoruz” dedim. Toparlanırken telefonuma mesaj atan ve benim kuzenime yapmış olduğum teklifin aynısını bana yapan arkadaşım Halid’i(Şimşek) ve onun arkadaşı Hakan’ı(Yılmaz) da arabayla alarak kalabalığa mütevazı bir katkıda bulunmak üzere karşıya, Levent’e geçtik.

Konsolosluğun önünde örgütlenmiş yaklaşık 200-300 kişilik bir kalabalık vardı. Kuzenim, kalabalığın arasından geçerken “hiç başı açık kadın yok” diye fısıldadı. Hayır, başı açık kadınlar vardı ve fakat onları o ufak kalabalığın arasından bile zar zor seçebiliyordunuz. Elbette pozitif ya da negatif bir ayrımcılık yapmak yerine, bu meseleye sahip çıkan kesime göndermede bulunduğumu hepiniz anlıyorsunuzdur. Tekbir, hutbe, tilavet, ezan derken; zaten başka gruplardan gelen vardı ise de, kalabalığı sayıca kuvvetlendirmekten gayrı bir şey yapamamıştır eminim. Çünkü bütün sloganlar İslam’ı refere ediyordu. Bu benim için sorun değildi, bana kalırsa güneş sisteminde olan biten her şey İslam’ı refere ediyordu. Lakin Abese’de lütfettiği gibi “dilediğine inandıran” Allah’ın belki o an için “dilemediği” yahut bitevi bir aydınlanma yaşatmadığı eşhasa(benim karanlığımdan hiç sormayın!) , susmaktan gayrı çare bırakmayan bir topluluktu oradakiler. Haklılardı, kardeşleri hakkında kaygılılardı, İsrail’e doğduklarından beri düşmanlardı, öfkeleri kontrol altına alınmaya değil kendini dışa vurmaya daha iştahlı gözüküyordu. Haliyle, vakit geçtikçe ve kalabalık güçlendikçe o belli belirsiz gördüğüm grupları da görememeye başladım.

Burada bir parantez açalım. Kimseye haksızlık yapmak istemiyorum. Filistin meselesini vakti zamanında kendi meselesi edinmiş ve gidip orada çatışmalar vermiş, türküler yakmış sol gruplar vardı, bilirsiniz. Ama bu meselede onların örgütlenememesini bir türlü anlayamadım. Elbette “İslamcı” arkadaşlarımızın bu duruma katkıları olmuştur. Ama inanmıyorum ki, mazlumun çektiği acıyı yüreğinden hisseden biri, samimiyetle oraya gelmiş olmasın. Birileri de gidip Amerikan konsolosluğunun önünde kusabilirdi içindekini mesela. Yahut konsolosluk şart mı ya, eskiden konsolosluk mu vardı! ? Bu süreçte “yeşil bayrak teröründen gemidekilere üzülemedik” diyen gruplara zerre hak vermiyorum. Yeşil bayrakları terörize bulabilirler, buna lafım yok. Ama insan olmaları, bu meseleye derinden üzülmelerine yetecekti. Mavi Marmara gemisindeki insanlar hangi inanca memur yahut mensup olurlarsa olsunlar, haksızlığa uğruyorlardı ve bu haksızlığa karşı durmak kime hizmet ederse etsin, bu durumdan kim nemalanırsa nemalansın, bir öncelik sonralık hesabına indirgenebilecek denli ucuz değildi, hiç değildi! 29 senelik hayatımda, yaşadığım bu olay, şahit olduğum en büyük turnusoldür. Neler neler okumadım, izlemedim, işitmedim ki! Meğer mazlumun bile bir dini, bir etnisitesi, bir cinsiyeti, bir bilmem nesi varmış. Müslüman mazlumlara, bir tek müslümanlar, diğerlerine diğerleri koştururmuş. Kahrolsun şovenist ahlakçılık!

Devamını Oku
Alper Gencer

Mavi Marmara bir gemi değil, bir devrimdir. Allah’ın, biz kulları ibret alsın için, gözümüzün önüne serdiği bir Kerbela sahnesidir. Zalim ile mazlumun, Hak ile batılın; kafalarda hiç şüphe bırakmayacak denli birbirinden ayrılmasıdır. İnsanlığı temsilen, bütün dünya vatandaşlarına gönderilen açık bir mektuptur. Okuması yazması olan hemen herkes, bu açık metnin ne manaya geldiğini yüreğiyle kavrar. Okuma yazma derken, harflerden bahsetmiyoruz tabi ki! Okumak zaten gözle değil, kalpledir. Kalbi olmayanlar; okuma yazma bilmezler!


Halen içinizde Mavi Marmara’nın bir tersanede yapılan ve suyun yüzeyinde yol alan, bilmem kaç tonluk bir gemi olduğunu düşünen demir kafalılar varsa, şunu bir an evvel açık etmem lazım. Mavi Marmara, benim inancıma göre, Allah’ın emri ile cennette melekler tarafından bina edilen bir mananın, yeryüzünde bir gemi iskeletine bindirilmesidir. Yani gemi, o mananın yalnızca kıyafetidir.

Bu açıdan bakınca Mavi Marmara, taşıdığı mana itibarı ile her şey olabilir. Bir bakarsınız tren olur, bir bakarsınız uçak. Kim bilir belki bir gün uzunca kanatlarıyla bir kuş… Evrendeki her şey gibi mülkiyeti sadece ama sadece Allah’a aittir. Ne İHH, ne de o gemiye binen diğer muhterem eşhas, Mavi Marmara bizimdir diyebilirler. Allah’ın emrine vesile olmuşlardır ve bundan gayrı/öte bir güçleri de yoktur. Şimdi gücü olan birileri var ise, onlar da o mananın içinde eriyen dokuzudur. Allah rahmet eylesin!

Devamını Oku