zarının kaç geldiğini görecek kadar yaşayamadı zavallı aklım. onu bir köprünün tam ortasından yıka yıka yıktılar. derler ki, o köprünün altında dizlerinin üzerine çöktürüp sıkmış alnına merhamet. kurşunu fikrinden dövülmüş, barutu imanından yakılmış, ölürken tam bir şey söyleyecek olmuş... sır diyorlar, ben de ravinin yalancısıyım.
cenazesini ertesi günün ortasında göğe doğru kaldırdılar. bazıları şarap içti, bazıları zemzem, bazıları sade su... raviyle orada kendi aklımın cenazesinde tanıştım. beni yalancım olur musun diye öptü kulaklarımdan. dilim kelimelerle dönmeye başladı.
dışarıda dört mevsim kar yağıyor, ben artık anlamayı bıraktım. içeride, cehennemden aşırdığım odunlardan bir cennet yakıyorum ki sormayın. raviyi mi? yo hayır, onu kimse öldürmedi. bana kalırsa felek onu bu diyarda hiç güldürmedi.
hepimiz kabullenmenin
sırasına giren itirazlarız
başta
yaşamak
üzere
sonu olan şeylere düşmanlığımız var
Bundan seneler evvel, tıbbiyede yeni yetme bir üniversite öğrencisiyken, Hakan Albayrak ile tanıştım. İlk tanıştığımız anı daha dün gibi hatırlıyorum. Cihangir’de, Firuzağa Çay Bahçesi’nde çaylarımızı yudumlarken; Bosna’dan, Filistin’den, Suriye’den ve dahi diğer bütün dünya ülkelerinden haberler veren, yüksek enerjili bir muhabbete maruz kalmıştım. Hiç mübalağa etmiyorum, sanki devrim yapmak için Hakan Abi’nin çayını bitirmesini bekliyorduk.
İşte o yıllarda, Hakan Abi, Şam-İstanbul Köprüsü adlı bir belgesel üzerine çalışıyordu. “Türkiye-Suriye Birliği” adlı kitabı, bu belgeselin çekirdeğidir. Çaylarımızı bitirdikten sonra belki devrime gitmedik ama, içimizde gün be gün büyüyecek o devrim bilinci ile birlikte benim kaldığım öğrenci evine geçtik. Herkes uyuduktan sonra Hakan Abi ile, yani yeni tanıştığım ve ilk görüşte gerçek bir ağabey gibi sevdiğim bu mübarek adam ile, sabahın ilk ışıklarına kadar konuştuk. Neyi mi konuştuk? Türkiye-Suriye Birliği’ni…
Gün oldu, devran döndü ve “Şam-İstanbul Köprüsü”, Sezai Karakoç’tan aldığı ilham ile kendine bu dünyada bir vücut buldu. Bu belgeselin, “özel” galası da o öğrenci evinde yapıldı. Ve ondan seneler sonra, Türkiye-Suriye ilişkileri evrildi, dönüştü ve şimdi Suriye’de boy veren bir devrim ateşini, yapılan katliamlar münasebetiyle kederle karışık bir heyecanla seyrediyoruz. Hakan Abi, o ilk gece, ismi Mavi Marmara olmasa bile Filistin’e gidecek bir gemiden de bahsetmişti. Müslüman coğrafyanın hemen tamamına ayak başmış biri olarak, Hakan Abi’nin o gece bana anlattıkları bir bir vücuda geliyor. Sırada daha neler var, ah bir bilseniz!
dünyanın bütün şarkısızlarına...
çıkmayan bir şarkı duruyor dudaklarında
sözler ezberinde
notalar kapmışlar yerlerini
ah azıcık da ses olaydı derdinin boğazında
Sizi o kadar seviyorum ki...
ateşinizde unutulmuşum.
ya Siz..?
şefaat edecek misiniz bana,
Sultanım?
Bu köşede haftalık yazılar kaleme alacağım. Dilimden geldiği kadarıyla sizi rahatsız etmek istiyorum. Ve dahi bu gazetede bana yazma imkânı veren kişileri de… Beni Allah’ın hakikatinden başkası bağlamıyor. Hiçbir ideolojik angajmanım yok, en yakın dostumu bile haksız düştüğü yerde hiç düşünmeden uyarırım. Bunu, haksız düştüğüm yerde o da beni uyarsın diye yaparım. Kimin neye inandığı zerre umurumda değil, ben insana/insanlığa inanırım. Secdenin Adem’e, sevginin Resul’e, her şeyin Allah’a ait olduğuna inanırım. Dünyaya Hz. Ali’nin baktığı yerden bakmaya çalışırım. Ben kısaca böyle bir adamım.
Peki sizi neden rahatsız etmek istiyorum? Yeryüzünde tek mazlum kalmayana dek, hiçbirimizin rahat etmemesi gerekiyor da ondan. Ancak bir bardak çay içecek kadar tesellimiz var. Sıcak yuvaları şükürle karşılayanlar iyi bilirler, mazluma zulmeden zalim yaşadıkça, bu savaşın bize de açıldığı aşikâr. Üstümüzde uçakların uçmuyor oluşu, roketlerin yanı başımızda patlamıyor oluşu sakın ola bizi kandırmaya! Tuzaklar kurup kendilerini galip ilan eden kavimlere, en büyük tuzağı kimin kurduğunu, kimin mütemadiyen haklı ve galip olduğunu göstermek boynumuzun borcu. İşte bütün bunlar yüzünden rahatsızım ve rahatsanız siz de bu rahatsızlığımın bir parçası olacaksınız!
Arzın ar damarı çatlamış durumda. Batılı emperyalistler bütünüyle siyonizmin emrine amade. Toplumlarını tüketim lunaparkında oyalıyorlar. Vicdan, okyanusun öbür yakasına sanki ulaşmamış gibi duruyor. Yaşanan vahşet kargatulumba göz önlerinden düşmanlık tohumları eken komplo teorilerinin içine çekiliyor. Ortadoğu’daki bütün hesaplar israil’in can güvenliğini sağlamak adına. Elinize bir dünya haritası alıp bakacak olursanız, Afrika’nın neden kanlı diktatörler tarafından yönetildiğini çok kolay bir şekilde anlarsınız zaten. Siyonizm, aralıksız kaos ve savaş istiyor. Bu böyle süregeldikçe; bir yandan ceplerini dolduran silah tüccarları, öte yandan ve hatta daha mühimi durmaksızın sekteye uğrayan birlik düşüncesi… Bütün bunlara şahit olup rahat olmak elde mi?
oralardan bir geyik çıkar gider ormanı
ve tam olarak burada sen kadraja girersin
o kadar güzelsin ki nasıl demesem
yani işte susunca çıkmayan her şey sensin
dönüyorum… gece çapkın,
"Allah yolunda öldürülenlere "ölü" demeyin:
Hayır, onlar yaşıyor, ama siz farkında değilsiniz."
Bakara / 154
Uğur Mumcu ben 13 yaşındayken öldürüldü. Her gün yaptığı gibi arabasına binip işine gidiyorken hepimizin gözleri önünde onun canına kıydılar. Bu ülkede birini ulu orta öldürmek, yani bir kaza yahut intihar süsü vermeksizin milyonlarca insanın önünde öldürmek, hayaletlerin bir korku toplumuna çevirdiği ülkemizde aleni bir mesaj mahiyetindedir. Elinde her daim bir devrim inisiyatifi olan halkın basiretinin bağlandığının resmidir. Ve benim gibi 13 yaşında etrafında olup biteni daha yeni yeni kayda geçirmeye başlayan bir çocuk içinse; büyük bir vehimdir, bir çocukluk gaspıdır, bir ağır tecavüzdür.
bir gün yine kurulmuşum geceye...
ama gece nasıl derin nasıl karanlık!
karanlığa boş versem derinliğin yangını bırakmıyor peşimi
derinlik zaten hiç boşverilecek gibi değil!
-koyuldum mu karanlıkta yanmaya! -
kapı çaldı, aldırmadım.
tek başıma bağdaş kurmuştum.
tek başına bağdaş kuran erkeklere aşık olan kadınları düşündüm. çoğu doğulular’dı.
taze akıtılan kan renginde bir grup bolşevikle konuştum, onları çok içimde bir yerlerde besledim, ne büyüdüler, ne küçüldüler. onlara isimler verdim, çeşitli ayetlerle örtüşüyorlardı.
çoğu çoktan soğuğa alışan kuzeyliler’di.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!