Alper Gencer Şiirleri - Şair Alper Gencer

Alper Gencer

İşleri yolunda gidenler, şöyle şükredecek kadar bir nefes aldıktan sonra etraflarına bakıyorlar mı? Hani kimin işleri yolunda gitmiyor diye! Karnı doyanlar, doyuracak aç arıyorlar mı kendilerine? Isınanlar, üşüyenleri tanıyorlar mı? Koşanlar, konuşanlar, işitenler, görenler; engellileri umursuyorlar mı? Ne veba, ne sıtma, ne de geniş kitlelere musallat olan başka bir hastalık insanlığın başına “bencillik” kadar müptela olmuştur! Şimdi yeryüzünde bir insanlık ayıbı olarak nitelendirebileceğiniz hemen her şey, bu “bencillik” hastalığından kaynak almıştır.


Türkiye’de, bakmayın ideolojilerin boy boy arz-ı endam etmesine, asıl mesele tam olarak kalplerini başka kalplere kapatan ve bencilliğin elinde can veren insanların etrafında gelişti. Hakları elinden alınan insanlara karşı körleşen insanlar, umursamazlıklarına mecburi ideolojik istikametler aradılar. Kendi vicdanlarını susturmak için türlü bahaneler ki, o bahanelere kendilerini başka dünyalara körleştirecek kadar inandılar.

Kemalizm, irtica ve bölücülük hayaletleri ile Müslümanları ve Kürtleri hedef aldı. Yaklaşık bir asır kadar süren kanlı bir mücadele sonunda, İslamcılık ve Kürtçülük boy verdi. Bu ikisinin ayrı ayrı boy vermesinin sebebi; Kürt devriminin kendisine komünist, yani dini dışarıda bırakan bir yol seçmesiydi ki, elbette bunun böyle olmasını Kürtlerden daha çok isteyen başka birileri vardı. Zira hem İslamcılık, hem de Kürtçülük; aynı secdeye baş koyan, birlikte saf tutan iki grup olsalardı, rejimin daha ilk tahlilde baş edemeyeceği bir tehlike haline dönüşeceklerdi. Ama öyle olmadı. Gerçi, bu iki grup üzerlerindeki baskıları kendi mücadeleleri için yakıta dönüştürerek, teker teker rejimin baş edemeyeceği birer tehlikeye dönüştüler bile. Hatta, ortada neredeyse rejim falan kalmadı. İyi organize olan kazandı. Ve tabi, eline silah almayan…

Devamını Oku
Alper Gencer

bugün bakırköy'e, tımarhaneye gittim.
her gidişimde kendimi evimde gibi hissediyorum.
oradaki insanların fikirleri, etrafımızdaki insanların fikirleri gibi
herhangi bir süpermarketten kredi kartı ile alınan ambalaj kaplı hazır fikirler değil.
bu yüzden sistem için tehlikeliler, bu yüzden etrafları tel örgülerle ve gardiyanlarla çevrili!
deliler, Allah'ın casuslarıdır!

Devamını Oku
Alper Gencer

benim sevgilim vagonlarını deviren bir şimendiferdir
her devrilen vagon için bir öküz infilak eder böylece
böylece seni sayıklamış olur Müslüman bir gece
bir Müslüman yek başına abartısız bir tamlamadır
çünkü bir Müslüman kelime-i şahadet ile
iç içe bir lisandır

Devamını Oku
Alper Gencer

derde murad kalmamış derman kime naz eder
vakti gelmeyen güle bülbül ne niyaz eder
kar yağsa da kışımı dost selamı yaz eder
ela gözlümü gördüm akıl gönle yük imiş

gölgelenen ağaçtan toprak döner ışığa

Devamını Oku
Alper Gencer

Allahım karımı bugün işe almadılar
İnanç doğru söylüyor bu adamlar islamcı
İnanç'ın abdesti var ama namaz kılmıyor
karım başını örtmüyor diye onu asalım
her Allah'a inanan Allah benimdir diyor
bu momentum bu sürtünme bu düzenek ahkamcı

Devamını Oku
Alper Gencer

Bir etkinlik daveti:
Alper gencer seni
Yeni bir okuma etkinliğine davet etti.

Başlıca haberler:
Dünya ortadoğudan gelen ayak sesleriyle uyandı

Devamını Oku
Alper Gencer

sayın bunu da,

bahşedilen ömrümün halen 31. senesine devam etmekteyim. çocukluktan aldığım derslerin hiçbirini veremedim. sürekli alttan almaktan bir üst bina edemedim. iş bu dilekçe ile bir türlü büyüyemediğimi ve ömrümü çocukluğumun otopsisini yaparak geçirdiğimi bildirir, cesedime iliştireceğim günahlar hususunda gereğinin yapılmasını kaygılarımla şarj ederim.

kalbim sektedir,
ruhum ektedir.

Devamını Oku
Alper Gencer

Türkiye`deki seçmen profiline şöyle dikkatlice bakınca, neredeyse tamamına yakınının ya ehven-i şer (kötünün iyisi) prensibiyle, ya da kendi çıkarlarını gözeterek oy verdiğine şahit oluyorum. Şimdi bu ilk cümleyi okur okumaz, yine birçoğunuzun “e başka ne için oy verecektik! ? ” dediğini duyar gibi oluyorum. Açıklayayım…

Diyelim ki, sürekli elektrikleri kesilen bir mahallede ikamet ediyorsunuz. Ve bir parti size, eğer oyunuzu kendisine verirseniz, elektriğinizi sorunsuz bir şekilde tesis edeceğini vaat ediyor. Oyunuzu bu partiye vermek, bu vaadin ardından sizin için yeterli bir sebep olmuşsa, sizi birkaç sual ile baş başa bırakmak isterim. Bir kere bu elektrik kesintileri neden oluyor/ neden kaynak alıyor? Sadece bizim mahallede mi oluyor yoksa genel bir enerji açığı mı söze konu? Başka yerlerde oluyorsa, onların da elektriğini tesis edecek misiniz? İşte bu son ve sahih soru, kendimiz olmaktan çıkıp, başkaları için de bir kalp taşımanın vicdani istikametidir. Bize elektriği tesis edecek parti, o elektriği bir başka mahallenin elektriğinden alıp bana verecekse, gönül rahatlığıyla o elektriği kullanabilir miyim ki! ? Yok, başka birinden kesmeyip, geçici bir çözümle kısa süreliğine elektriğimi tesis edecekse, günün birinde o açık kendini tekrar göstermeyecek mi?

Tıpta hastalığın tedavisi iki şekilde yapılır. Diyelim burnunuz durmaksızın akıyor ve bundan -doğal olarak! - fevkalade rahatsızsınız. Size reçete edilen ilaç sadece burun akıntınızı kesmeye yönelik ise, buna semptomatik tedavi denir. O ilaç burun akıntınızı durdurur durdurmasına ama o burun akıntısına sebep olan virüs yahut bakteri, akciğerlere ya da başka organlara doğru ilerleyerek başınıza daha büyük belalar açabilir. Reçete edilen ilaç, o virüsü yahut bakteriyi öldürmeye yönelikse, buna “nedene yönelik tedavi” denir. Bu ikinci tedavi, biraz daha geç tesir etmekle birlikte mikrobu vücudunuzdan atmaya niyetlidir, size külli bir temizlik önerir. İdeali, her iki tedavinin birlikte verilmesidir. Lakin birinden birini tercih etmek gerekirse, hiçbir doktor hastasını riske etmeden nedene yönelik tedavisine muhakkak başlar.

Devamını Oku
Alper Gencer

Kardeşlerim!

Şiir üzerine konuşmaktan ve fikir üretmekten terk, edebiyatı dışarıdan bitirmeye çalışırken hayatı ıskalamamanın derdiyle konuşan biri gibi konuşmaya çalışacağım. Bu cümlenin neden böyle uzun olduğu ve yazının neden böyle başladığı hususunda en ufak bir fikrim yok. Lakin Yunus şahane bir şair, kendisini tanımayı çok isterdim. El kadar Türkçe ile hemen her şeyi söylemiş. Demek ki dilin zenginliğinden çok, başka bir şeyin zenginliği söze konu. Demek ki, edebiyat üzerine sarf edilen onca lafügüzaf dili söyletenin kaynağına, belki de dili bertaraf edemediği için yaklaşamıyor. Çok acayip başladı yazı, sonunu çok merak ediyorum. İsteyen burada ayrılsın, bazen feci sıkıcı bir adam olabiliyorum. Size bu yazıyı bir acil servis muayene odasından yazıyorum. Az evvel dâhiliyeci bir dostum oturdu karşıma, dedim ki; "Senin bir derdin vardı, ne oldu ona? Uzun süredir görmüyorum bakışlarında". Nasıl ama? Modası geçmiş bir şiir gibi değil mi! Moda, kusursuz bir eskimedir diyor Baudrillard. Allah rahmet eylesin, değişik bir adamdı. Kelimelerini öyle baştan çıkartıcı bir insiyakla örüyordu ki, düşüncenin niteliği söyleyişinin gölgesinde kalıyordu. Söz sükûtu çoğu kez kirleten bir şeydir. İnsan şiir okumaya başlayınca bir yerinden temizlenmeye başlıyor ama. Bu yazıyı dönüp tekrar okuyacağım diye kendimi acayip samimiyetsiz hissediyorum. Ne yani, siz beğenin diye mi yazıyorum bu yazıyı? Bütün diğer yazılar hep başkaları beğensin diye mi yazılıyor? Şimdi yok desek yalan, var desek mübalağa… Hakikatin hatırı diye bir şey var, inanır mısınız bilmem. Ben hakikatin hatırına inanıyorum, edebiyata inanmıyorum artık. Zannediyorum o da bana inanmıyor. Biz birbirimizi karşılıklı olarak kullanıyoruz. Biz birbirimizden fena halde kıllanıyoruz. O bana vesileler kuruyor, ben ona kelimeler… Aramıza bir üçüncü girince, ben oradan kalkıp gidiyorum. Gideyim. Gözlerim durur mu, onlar da benimle kalkıp gidiyorlar. Gitsinler.

Çok yorgun bir adamım Allah'a bin şükür! Dün halı saha maçı yaptım ama hiç halı saha maçı yapmasam da yorgun bir adamım. Dünyaya yorgun biri olarak gelmiş gibiyim. Yorgunluk bir çeşit yakıt, bir büyük sermaye... Keder gibi, Allah vergisi! Biri ölüyor, o zaman daha derinden kavrıyorsunuz onun yaşadığını. Muntazaman bir sürgün psikolojisi içerisindeyim, size de böyle oluyor mu? Geldik, gidiyoruz. Rutini bozan her duygu durumu beni şiire gebe bırakıyor. Fenerbahçe mesela yenildiği zaman acayip öfkeleniyorum gibi şiir yazıyorum ben. Kafamı bozan, beni aşka geçiren, vs... Bazıları şans diye görür bunu, şaşırıyorum. Bütün aynaların arasına bir ayna daha eklemekten ne farkı var şair olmanın? ! Dünyanın bütün imtihanı yetmezmiş gibi bir de yazdığını yükleniyorsun. Ama yazdıran yaz diyor işte, dedim ya, hakikatin hatırı var. Biri gemimize saldırıyor, biri kalbimize, birileri otel yakıyor, birileri köy basıyor, birileri sopalıyor birilerini. Kimsenin rahat durduğu yok, gel de şiir yazma! Bazen, nerden girdim bu işe diyorum. Yahu öyle bedbin bir hal ki, girince çıkamıyorsun da öyle kolay kolay. Sineye falan çekmen gerekiyor şahit olduğunu. Teraziyi iyice kaybetmek gerekiyor şiiri bırakmak için. Nikotin bandı gibi, iki mısra arıyorum şöyle her şeyi izah edecek. Yani ne yapsan dönüp sana cevap verecek iki mısra! Düşünün ki Turgut Uyar, Sezai Karakoç ile Cahit Zarifoğlu’nun omuzlarında! Düşünün ki, kol kola girmiş Mısri Niyazi ile Aziz Mahmut Hudâi. Kaygusuz’u, Fener gol kaçırınca, seyirciler arasında düşünün! Yani, öyle iki mısra…

Devamını Oku
Alper Gencer

Ömrümün son yirmi gününde ettiğiniz küfre ve hakarete önceki otuz küsur senemde maruz kalmamıştım. Ne provokatörlüğüm kaldı, ne dönekliğim; ne yalancılığım kaldı, ne de kâfirliğim… Eksik olmayın, bu dünyada henüz mülk edinmemiş zatıma cehennemin yedi kat dibinde el ele vererek bir suit daire aldınız bile. Üstelik bunun hala size ne faydası olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip olmuş da değilim. Zebanilerin beni cayır cayır yaktığı çukuru cennet locasından ibretlik bir manzara olarak seyretmeyi düşünüyorsanız, cennet tahayyülünüzü bir daha gözden geçirin derim. Gerçi Allah hakkında bildiklerimi söyler söylemez, işi ehline bırakmadığım için bir de vaiz damgası yiyorum ki, elinizde olsa o güzel yâri sevmemi de alıkoyacaksınız benden.

Ey babalarının inançlarını devralan kalabalık! Babanız nasıl seviyorsa, öyle sevmek istiyorsunuz Rabbinizi, eyvallah! Ama ben öyle inandırıldım ki, başkalarının aşkı gönlünüze dolup sizin “biricik” aşkınız olmadıkça; aşk diye bildiğiniz, yârin etrafına toplanan kalabalığın arasında dolaşan bir rivayetten ibarettir sadece. Yâriniz hakkında bildikleriniz herkesin bildiklerinden farklı değilse, kalabalığın fısıltısını taşıyorsunuzdur üzerinizde. Ve dahi yüzyıllardır devam eden, saltanat ve devlet korkusuyla şekillenen bir dinin gereklerini… Yok mudur bunun faydaları? Vardır elbette! Ya zararı, eksiği? Ona ne şüphe!

Ömrümün hiçbir döneminde İslamcı olmadım. Kendilerine İslamcı diyen dostlarım oldu beraber ekmek yediğimiz, bir’likte Allah dediğimiz. İslamcı, soğuk bir kelime! Zaten yapım eklerinden hazzetmem, bir şeyi yapmaktansa çekmek iyidir fikrimce. İyelik ekleriyle de ciddi sorunlarım var. Çünkü bir şeyin sahibi olduğumuz zannı, görüyorum ki sahibi olunan kıymetin çoğu zaman önüne geçiyor. İnsan ya da kul kelimesinden geçip kendine demokrat, muhafazakâr, sosyalist, kemalist, milliyetçi, islamcı, cumhuriyetçi, komünist vs. diyen herkese bakın, çoktan sahibi olmuşlar esasen hizmetinde olmaları gereken mefkûrelerinin. Hepsi özünde bir zaman iyi niyet barındırıyordu belki. Ama artık bir topluluğun içine girilir girilmez, kapısı çalınan birer odaya dönüşmüş durumdalar. İşin doğrusu, içinde halis bir niyet, doğru bir amaç olduğu düşüncesiyle insanları tefrik etmek maksadıyla kuruldu bence bütün bu localar. Yoksa özünde bir insanın ötekinden ne farkı var? Neşet Baba’nın da dediği gibi: “Güneşi bir kuvvet karaltır mı hiç / Allah sevmediğini yaratır mı hiç”.

Devamını Oku