insan bir ambulansın içinden ne kadar uzağa bakabilir?
üç yaşında bir kızın varsa, beynindeki ur ve kanındaki virüs izah edilemez bir hâldir.
kadının saçları bir annenin saçları kadar uzun yani her defasında yeterli
nasip derken henüz farkında mı bilmiyorum ölümünün.
bakışlarıma yer arıyorum ama her tarafım ambulans.
bir cam dahi yok yansıdığı yerden bakışlarımızı soğuracak
cumartesi akşamı televizyonda maç
oğluma mıknatıs bakınıyordum
henüz hükümferma değilken amaç
mıknatıslar oyunlara çocuk taşırdı
unutmadığım için hatırlıyordum
cimbomun kafası epey dışarda
Batılı toplumlar, kendilerini yönetenler tarafından derin bir siyasi uykuya yatırılmışlardır. Dünya meseleleri umurlarında değildir, varsa yoksa kendi standartları… Hayatları, yükselen benzin fiyatlarına ve Wallmart’ın borsa hisselerinin gidişatına endekslidir. New York’ta elektrikler kesilirse kıyamet kopar. Ama işin tuhaf yanı şudur ki, New York’ta elektrikler kesilmeden yıldızları göremezsiniz. Yıldızları görmeyen insanlar, dünyanın öbür ucunda evine aç ve işsiz dönenleri nasıl görsün Allah aşkına! ?
Bizim topraklarımızda ise, yoksulluk ve zulümle travmatize mecburi bir politik tutum vardır. Doğuda, evinden çıkıp sokak aralarına giren hemen herkes çok kısa bir süre sonra politize olur. Sizin yerinize hakkınızı savunacak partiler, dernekler, örgütler hâsıl olur. Pişirilmiş fikirler, organize eylemler, mecburi kutuplaşmalar servis ederler size. Siz de, üzerinize yapışan ergenliğinizden bir seçim yaparak kurtulma imkânı bulursunuz. Sonrasında, ötekine körleşip iyice sağırlaşarak insanlıkla bağı bir çırpıda kopartılmış kavramların kiralık katiline dönüşüverirsiniz.
Yanlış, size hazır sunulandan yemenizle başlar. Siz, yediğinizin ilk halini görmedikçe ve onu kendiniz pişirip kendinize servis etmediğiniz müddetçe o yanlış düzelmez. Allah’ın defaten tekrar ettiği “akletmez misiniz? ” uyarısı da tam olarak bundandır. Çünkü akıl, yollarınızın inşası için bir kılavuzdur. Eksik bıraktığınız, aceleye getirdiğiniz her nokta, sizi başkalarının aklına hizmet etmeye zorlar. Bir gün eve dönersiniz, posta kutunuzda fatura! Öyle ya, yanlışın bedelsiz bırakıldığına şahit oldunuz mu hiç! ?
oğlum ali hüsrev’e...
ali ile başla bütün kapılar oradan açılır
omzun bismillahı vurur bahçenin tokmağını
kilit kalkar sizi peygamberler karşılar
derdinin kepengini kaldır kardeşim kaldır
Gündelik hayatımızda hala kaset kullanan birileri var mıdır bilmem, ama Allah’ın “yürü ya CD” dediği şu müşahhas teknolojik çağının içinden geçerken, bizim ülkemiz kadar “kaset” sözcüğünü kullanan başka bir ülke kalmadı sanırım. Hem de zihnimizde çoktan hoş bir nostaljiye dönüşen anlamını, böylesi kötü bir çağrışıma devrederek... Sevdiğimiz bir ses sanatçısının yahut çok beğendiğimiz bir oyuncunun son kasetinin çıktığı haberi, şehre önü alınamayan bir süratle bulaşırdı eskiden. Şimdi miting meydanlarında siyasilerin seks kasetlerini satan ağızlar, “son kaset” diyerek dürtmek istedikleri heyecanımızı esasen bu nostaljik çağrışımdan çalıyorlar.
Bir insanlık terbiyesi olarak, en ahlaksızının bile başka gözlerden sakındığı bir eylemi; kapı arkalarından çekip çıkartarak, insanlarla dolu meydanlara seriyorlar. Ne için mi? Oy için, oy!
İşimiz kulun merhametine kalırsa, işte olacakları seyredeceğimiz devasa bir mahşer fragmanı duruyor karşımızda! İnsanın ‘kula kulluk’tan cayması için, ne kadar da geçerli bir sebeptir bu, öyle değil mi! ? Çok şükür, Allah var!
Sizinkini bilmem ama, Allah, benim ayıplarımdan müteşekkil bir kaseti yeryüzünde gösterime sunacak olursa, benim gezegeni derhal terk etmem gerekir! Öyle ki, ne kimsenin yüzüne bakabilirim, ne de ömrümün geri kalan kısmında benim yüzüme bakacak bir yüz bulabilirim kendime. Şu anda, size bu cümleleri yazdığım saniyeleri, ayıplarımın da gizlenerek geçtiği saniyeler olarak düşündüğümde, Allah’a içimden kopan derin bir çığlıkla şükrediyorum.
mısır'da devrim oldu!
tahrir'deki insanlar durmadan gol oluyormuşçasına seviniyorlar!
hiç ara vermeden emeklerinin karşılığını alıyorlar sanki!
zalim hüsnü mübarek defolup gitti!
işkenceci köpeği ömer süleyman da gitti!
ve ben uzun süredir sevinçten ağlamamıştım!
güzel anacığım,
bana başını belaya sokma demiştin. bela başıma soktu kendini. görenler şapka yakışmış diyorlar. sen görsen o şapkayı tek terlikte uçururdun başımdan. terlik konusunda ne kadar nişancı olduğunu ikimiz de gayet iyi biliyoruz. yo hayır sitem etmiyorum, o güzel ellerine sağlık, ben zaten çocuk gelişimcilerine zerre inanmıyorum. ayrıca bu topraklarda ‘terlik’ bir ata sporudur, sense potansiyel bir olimpiyat rekortmenisin. her neyse, mevzuya geleyim. bu ülkede ‘asgari ücret’ diye bir şey var. insani bir şey değil, lakin bir şekilde insana yakıştırmışlar. yakıştıranların insan olmadığı kesin. bu açıdan ‘asgari ücret’i hak eden esasen onlar. metropolde o paraya düşük biyolojik bir aktivite göstermek mümkün. yeni bir tür yaratmaya çalışıyorlar. ‘asgariler’ diye yeni bir yaşam formu tanımlanabilir her an. şöyle anlatayım. gram boyası diye bir boya var, bakterileri sınıflandırmak için kullanılır. gramla boyananlara gram pozitif, gramla boyanmayanlara gram negatif bakteriler denir. gram negatif bakterilerin mühim bir özelliği var. şöyle ki, hayat şartları nedeniyle kendilerini koruyan dış çeperlerini yitirince insanı öldürmeye niyetli kuvvetli bir toksin salgılarlar. ‘asgariler’ de onlara benziyor. ceplerinde gram para yok. ama bir gün hayat şartları nedeniyle onları çepeçevre saran o tahammül ortadan kalktığında, bu kahpeliği sona erdirecek bir toksin salgılayıp bu sistemin taaa… şey, çarklarını kıracaklar. evet anacığım, devrimden bahsediyorum. evet anacığım, bu sözcük seni ürkütüyor. ama işte seni bu sözcüğe karşı aşılamışlar. sen onu mikrop zannediyorsun ama o bizim ilacımız. bela meselesine gelirsek… bu adaletsizliğe nasıl susulur anacığım. bağırıp çağırıyorum, ne yapayım. itiraz edince ‘ananı da al git’ diyorlar. sen de tamam diyorsan, ‘anamı da alıp geliyorum’ demek istiyorum. ha bu arada, gelirken terliğini yanında getirmeyi unutma! devrimci ellerinden öperim.
oğlun alper
"bil, bul, ol." hacı bayram-ı veli
bütün değişen şeyler arasında seni sevmek kadar sabitim
darın çığılığını duydum ferman yürüdü üstüme
boynuna doyamayıp dudaklarımı yaktım
ateşimi gösterdim "yok bir şeyin! " dediler
sevgilim, kışa rağmen çok soğuk dışarısı
ellerin üşünüyor, ben kışkırıyorum
yağıyor dünyanın en soğuk Afrikası
kazara bir çığa iniyorum bir dağla
köpürmeyi reddeden bir sabun kadar susuz
kusuyorum içimden tuhaf közler çıkıyor
sen başörtülü bir kadının resmini yapabilir misin ey mümin?
işin kolayına kaçmadan ama
anaların ayakları altında cennet kuyruğuna girmenin değil
ne de Kuran okuyan erkek bir ağzın bir türlü kalbe duramayışının
ne de sünnete hiç benzemeyen sözde bir Peygamber taklidinin
sen başörtülü bir kadının resmini yapabilir misin ey mümin?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!