her birimiz sevmenin kıyısından dönüyoruz sevgilim
bir şeylerin diplerinde cesedimiz bulunmadı
seni aldırmak istiyorum sinemin tesellisinden
gerçekliğin soyunu kafanda kırarak
allahların dünyasında bir yıldız tecellisinden
ölemiyor olmanın imdadı var kursağımda
çözemedin gövdeni yerin askılarından. toprak, baştan çıkartıcı bir hamle olarak her yanını sarmakta. alamadın kökünü tenin saksılarından. üstün başın hep deri! uçmak istiyorsan neden çekiyorsun ki yeri? aklınla hatırladığını yüreğinle unutuyorsun sevgili. daha en başta bir hafızı işe almaman korkunç bir hataydı belki de. tuttuğun notların sana okunması için yalnızlığını bir parça, yani tamamen bozman gerekirdi. ya da tam ortandan olmasa bile yarılıp, kendinle yüzleşecek kadarını servis etmeliydin kendine. mesela ben, seninle her geçtiğimiz sokağa hangi ismi istediysem o ismi verdim. şimdi gözlerin bana çok eski bir yemin gibi duruyorsa bunu, yüreğimle hatırladığımı aklımla unutamadığıma verdim.
ne gök, ne de uzay… bunlar, üzerimize kapanandan bizi kurtaracak bir ferahlık bahşetmiyor nefesimize. hatta birer kez de onlar kapanıyorlar üstümüze ve en son güneş, ardını göstermeyen bir yırtık gibi yakıp giydiriyor bizi. öte yanda bütün bu sıcağı ödeyen karşılıksız bir teklif sanki, ağzımın kenarlarından saçlarıma ve tırnaklarıma doğru sunulan o serin sarhoşluk. güneşe yeniden, yeniden isimler veren o canım sarhoşluk!
bütün dostlarım binbir çeşit meydendi. çok çabuk sarhoş olmak için çok çabuk sevmeyi öğrenmiştik bir yerlerden. bir yerler bize kendiliğinden öğretilmişti. sen unutman gerekeni hatırlayıp, hatırlaman gerekeni unutmuştun. ben, aklımı bir kılavuz olarak hiç düşünmeden işten çıkarmıştım. kesileyim istiyordum kelimelerden de. bakışlarımdan üryan kalsın diye gözlerimi içime çevirmeye razıydım. körün gördüğüne talip, gözün gördüğüne yalancıydım. çünkü en baştan beri koca bir karanlığı karşıma almak, renklerin söylediği yalanlara kanmaktan daha iyi geliyordu bana. sen, renkleri adını bilmediğin bir hazla seviyordun bu sıra. ben, ışığın kafiri olarak karanlığın da kafiriydim her nasılsa! ikisinin de olmadığına bütün kalbimle iman ediyordum, dünyayla iman ettiğim her şeyden imtina ediyordum.
damarları bağlanan bir yürek kadar yalnız
çalkalanıp duruyorum kanla kendi kendime
yaşıyorum der isem çıkmaz bana inanan
ölmeyi arzu etsem ayıp olur ruhuma
bir gergedan koşuyor koşuyor ha koşuyor
havale geçiriyor sanki aşkın narından
i.
bir gün bütün faşistler ölecek anne
yer yarılacak ve sonrası malum
tabiata son'suz güveniyorum
şartlar devrimci olmamı gerektiriyor
çevir dönsün allahım ademe bu kâr
ol ahmed’in nurundan geriye nedir
ayaların sevdası olup zülfikâr
kervanın derdinden deveye nedir
hasta düşer yatağa soluğun tutar
bir omzum yoktu seni görmüyordu gözlerim
akıyordu su bazen rakıya abdest gibi
şehri yakacak kadar tövbe biriktirmiştim
sonra içecek kadar çay bir de sigara
sonra ben durdum sen benim durduğum yerden indin
sokağın ortasında patladı bir fesleğen
bana bir papatya tarlası ör sicilinden düşelim
şükreden bir kahırla göğü deklare ediyorum
yağan yağmur ve şiddet yek başına bir sözdür
yırtılan bir arterden yüzüne fışkırıyorum
şamansız bir asa saplanıyor böğrüme
dış duvarlarını her sesimle boyuyorum
özlem bacıma...
bülbül geçti gül oralı olmadı
çün özüne aynasında görünmez
yalan dünya hiç kimseye kalmadı
gül kokmasa bu bahçede yürünmez
sen varken ben günaha inanmadım hiç
olup biten şeyler var bir de feci pişmanım
kal yanımda çöl hala yağmur yağmasın
köprü koydum aşımız hep dinamit kokuyor
bu şehri ellerinle düzeltemezsin
kovan yasta kraliçe vefat etti az önce
en eski kelimeleriyle yağıyor çocuk seslerinden bu yağmur
unutulmuş sözlerin üstünde çıkacak yangını bekliyoruz
köyler var kulakları paslı çoğul cümleler kurarken cesur
gök var onu bir türlü anlatamıyor olmaktan bütün yorgunluğumuz
seni seviyor oluşumu kutluyorum kendimle
dünya bir şamdansa güneşe
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!