vurma zahit başını cihanın karasına
ne seda var ne ziya ne lezzet var ne doku
ölümle yırtılacak perdenin arkasına
karanlık bir esîr’den dal da burhanın oku
aleme teşbih gerek hakk üryanken yakıcı
bismilahirrahmanirrahim
yağmur yağınca her şey
iyiye gidiyor sevgilim
çamuru çıkıyor dünyanın
rahatlıyoruz
eve yalın yalın dönüyoruz da
Çabuk söylenen yalanlar, unutkanlığın dip derinlerine gömülüdür. Hakikat ise, bu yalanların çokluğu altında, daha da derinlerdedir. İkisi arasında bir yoğunluk (dansite) farkı bulunur. Çabuk söylenen yalanların yoğunluğu, kendisini taşımaya çalışan hayat sularının yoğunluğundan daha büyük olduğundan, bu yalanların hepsi suyun dibini boylar. Hakikat ise, yaşadığımız hayatın sularından daha az yoğun olduğundan, bir balık gibi yüzer. Tam da bunun için hakikat, dalgalanan su diplerinde, üzerine çullanan yalanların arasından yüzeye çıkacağı an için her an tetiktedir. Hiçbir yalan, hakikatin suyun yüzeyine çıkmasını engelleyemez.
Çabuk söylenen yalanı, aceleye getirilmiş bir cinayet gibi de düşünebiliriz. Ardında ipuçları bırakır. Hem de kolaylıkla sizi katile götürecek kadar ipucu… Maktul, saklanan hakikattir. Üzerinde nükleer bir bomba patlatsanız dahi, bir türlü öldüremeyeceğimiz hakikat… Boğazlanarak, bıçaklanarak, kurşunlanarak suyun dibine gömülmeye çalışılan hakikat... Öyle ki, onu tanınmaz hale getirmek için ne yapsanız nafile. Öyle ki, biz hakikati façasından bile tanırız aslında!
Neden özellikle “çabuk” söylenen yalanlardan bahsediyorum? Tasarlanmış yalanın, hakikati sonsuza dek gizlemesinden korkmuyorum elbette. Yalanın en sık rastladığımız şekli bu çünkü. Gündelik hayatımızda çabuk söylenen yalanlar, hakikatin su sathına doğru hareketlenmesiyle yeni yalanlar doğurur. Ve onlar da yenilerini… Ama hakikat, türlü olaylar silsilesi ile kıstırıldığı yerden bir şekilde kurtulur ve bazen su sathını tamamen aşan bir sıçrama gösterir. İçi hava ile dolu bir topu, denizin dibinde tutmak imkânsızdır! Ne kadar derine giderseniz, o kadar kuvvetli bir dönüşü olur.
vuruldun seni bir karanlığa gömdüler
adını sordular söylemedim münevver
üstümü aradılar yok altımı aradılar yok
boynu hayli bükülmüş bir tuzaktan baktılar
cesedini gösterdiler sana çok benziyordu
anlamak istediler hep uzaktan baktılar
yükün taşınmağı var canın yaşanmağı
toprağı yüce dağlardan yuvalamışlar
asfalt doğuyor güneş
diriler savaşıyor
ama öyle mağlup olmuşum sanma
sen kuyuyken her şey çıkrıklaşıyor
adamlar sabahtan beri önümde mezar kazıyorlar
güneşli havanın içinde dolanan sert bir rüzgar var
cennet aslında koca bir yalandan ibarettir
ev içlerinde
küçük odalarda
ırmakların altından aktığını hissettiğin zaman cennettesindir
yusuf kuyusundan çıkılmaz!
çünkü yusuf kuyuda sürekli allah'ladır
varsın yakup kör olsun yakup'un kör olması
kuyuya oğlunun ardından cumburlop atlamasıdır
dışarıdaki firavun kuyuya düşen bir adamla ilgilenmez
nice çatılar örtmüştür insanı uçak tavanları dahil
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!