Edepsiz bu sonbahar yüzümüzü kızartıyor
Dışımız tir tir titriyor, alışkanlıklarımız terli
Sevgilim bu seninle ilk Eylül’ümüz fark et
Hadi kalk müşterek bir uçurtma hazırlayalım
Kuyruğu saçlarından, Bim poşetinden gövdesi
Evlerin içindekiler sevinçle dışarı çıksın
Kaldırımın kenarına oturduk. Önümüzden araçlar ve insanlar geçiyordu. Saçları iki taraftan yüzüne, yüzü de yere döküktü. Ve öyleyken de çok güzeldi. Çok. Ağlayacak zannettim. Ağlasaydı ben de ağlayacaktım. Ama o gülmeye başladı. Kahkahalarla gülmeye... Umutsuzluğunu güldü önce, sonra korkularını güldü, sonra benimle ne yapacağını bilmediğini güldü. Ben de bilmediğimi sustum bir süre. Peşinden de seni seviyorumu sustum. Gözleriyle ne yapıyoruz biz diye yazdı gözlerime. Sıkıca yumdum gözlerimi. Açtığımda ayaktaydı. Ben de kalktım. Konuşmadan yan yana yürüdük. Yolun sonuna geldiğimizde kahven var mı dedim. Varmış. İçtik. Huzurla baktık ara sıra birbirimize, sıklıkla da bardaklara. Uzun süredir ilk kez canım bu kadar az yanıyordu. Kahve hiç bitmesin isterdim. Ama bitti. Az önce yakaladığım huzura sarılarak usulca doğruldum. Kapıda bir kez daha seni seviyorum dedim. O da hoşça kal dedi. Ya da güle güle. En çok o an aşıktım ona. O kadar aşıktım ki uğurlarken ne dediğini bile tam olarak duyamadım...
Bir zaman sonra hep unutacaksın bunları
Beni unutacaksın sokak ortasında bağırışmalarımızı unutacaksın
Gece yarısı insanlar bize bakarken birbirimize bağırdığımızı unutacaksın
Önce beni unutacaksın sonra neden birbirimize bağırdığımızı
Önce o bağırmıştı diyeceksin yok yok ben bağırdım hayır o hayır hayır ben
Bu arada ben ben'den o'ya dönüşmüş olacağım kalbinde ve dilinde
Onlar her şeyi bilirler. Her durum için söyleyecek sözleri vardır mutlaka. Bir şeyi de bilmeseler olmaz. Senin yaşadıklarını daha önce yaşamış, hissettiklerini hissetmişlerdir. Yaşları kaç olursa olsun, karşına geçip bin yıllık tecrübeyle kocaman kocaman akıllar verirler. Onlardan hiçbir şey saklayamazsın, başka şeylerden bahsediyor bile olsan aklından geçenleri bilip ustalıkla lafı oraya getirirler. Zaten onlarla da başka bir şey konuşulmaz. Ortak argümanları 'unutmak'tır. Her fırsatta "unutursun" derler. "Zamanla unutursun." Yanılmaları imkansızdır. Zamanın sırrını çözdükleri için yuvarlak laf etmezler. Kesin ve kati söylemleri vardır. Sürekli aynı şeyi tekrarlamaları bile istikrarlarının göstergesidir. Durup durup "unutursun" derler. Unutamıyorum dersin, "olmaz" derler. Zamandan bahsederler. Zaman lafı onların ağzında büyülü bir sözcük gibi olur. Abra kadabraları zamandır onların. "Kötü bir kitabı beş haftada unutursun, beğenmediğin bir filmi iki ayda unutursun, yeni tanıştığın kızın ismini akşama kadar unutursun.." "Onu unutman için ise bir sene gerekir." Az ya da çok değil. Tam bir sene gerekir. Onuncu ayda unutmaya kalksan gelip mutlaka hatırlatırlar. Bir sene diyorlarsa bir senedir. Aksi halde düzenleri bozulur, buna izin veremezler. "Seni çok iyi anlıyoruz" derler sonra, çok anlayışlıdırlar. Çok pişmanım dersin, "Anlıyoruz" derler. Çok üzgünüm.. "Anlıyoruz.." Hepinizden nefret ediyorum.. "Çok iyi anlıyoruz seni.." Allah hepimizin belasını versin.. "Haklısın, anlıyoruz.." Hiç istiflerini bozmazlar, her şeye hak verirler. Tepeden tırnağa anlayışa bürünürler. Dayanamayıp ağız dolusu küfretsen bile şefkatli tavırlarla omuzundan tutup gözünün içine bakarak "Anlıyoruz" derler. Yapacak bir şey kalmayınca susmaya başlarsın, tabi onu da hemen anlarlar. "Suskunluğunu çok iyi anlıyoruz." O kadar güzel anlarlar ki bilirsin artık, onlardan bir şey saklanamaz. Anlama terapisi bitince unutma terapisine dönerler yeniden. Unutursunla devam ederler laflarına. Canım çok yanıyor.. "Unutursun.." Bu kez farklı ama.. "Unutursun.." İçlerinden gülerler -biz ne farklılar gördük.- Toplu bir unutma histerisi başlamıştır. "Şöyle unutursun, böyle unutursun, ne de güzel unutursun, en iyi sen unutursun." "Bak biz, hepimiz unuttuk, sen de unutursun" Ama ben sizin gibi değilim, sizden farklıyım.. "Daha önce gülüp, biz ne farklılar gördük demiştik duymadın mı? " İçinizden söylemişsiniz duymadım.. "Öyle şeyler insanın yüzüne söylenmez, ayıp." Canım insanlar.. Nasıl da duyarlıdırlar. Bu incelikleri öldürüyor beni asıl. Daha fazla utandırmadan, hemen unuturlar bu bahsi. Her şeyin doğrusunu onlar bilir. Unutursun.. Onlar anlarlar...
Cinnet sonrası
nefes nefese
vahşi bir hayvan gibi
bile bile
kırıp döktüklerimi
tamir edemeyeceğimi
Bu yağmur bu saatte nasıl davetkar
Sızdıkça camdan ev önündeki kaldırıma
Uyunur mu hiç?
Bu senin uzaktan güzelliğin
Ev içleri gibi darlayan içimi
Senin de camından süzülüyor mu diye
bir yığın taşkınlık kepazelik
ve pespayeliği müteakip
dönüp arkamızdan baktığımda
ne olabilir ki diyorum bundan sonra?
biliyorum aslında, hiçbir şey..
bundan sonra
Belki yağmur yağar bugün, çıkıp dışarı dolaşalım
sen bir ucundan başla şehrin ben diğer ucundan
ortada buluşalım
Şemsiye alma yanına bütün tüylerin ıslansın
Saçaklardan da uzak dur onlar seni koruyamaz
buluşalım ortada ben seni kurutayım..
Rabbim söz verdin
Kaldıramayacağı yükü
Yüklemem dedin kuluma
Şahidimsin
Kaldıramıyorum
Oyunsa bu
Adamın biri yanlışlıkla ölür. Vadesi dolmamasına rağmen ölüm meleği onu başka biriyle karıştırıp canını almıştır. Ve bu yanlışlık epey bir zaman sonra fark edilir. Tanrı bizzat el koyar duruma ve ve bir yanlışlık yapıldığını bunun telafisi için ne yapabileceğini sorar. Başta dünyaya geri dönmek ister bizim adam ama sonra düşür ve 'amaan' der 'zaten pek matah bir hayat yaşadığım yoktu, siz en iyisi beni cennetinize alın ben orada takılırım.' Tanrı buna karşı çıkar. 'Hayır' der 'Daha vaden dolmadı, bir şekilde seni tekrar dünyaya göndermemiz lazım sıran geldiğinde cennet talebini değerlendiririz. Ama bizden kaynaklı bir mağduriyet yaşadığın için sana şöyle bir seçenek sunuyoruz. Yaşadığın en mutlu an hangisi söyle, seni o ana gönderelim vaden dolana kadar o anda yaşa. Sevinçle kabul eder adam bu teklifi ve düşünmeye başlar. Ömrü boyunca en mutlu olduğu zaman hangisiydi hatırlamaya çalışır. Sevgilisi ile ilk öpüştüğü an gelir aklına. Evet der içinden kendimi en mutlu hissettiğim an o andır. Beni tekrar o zamana gönderin ve ben sıram gelene kadar sevgilimle öpüşeyim. Peki der Tanrı ve adamı sevgilisiyle öpüştüğü ilk ana gönderir. Yalnız bununla yapılan hatayı telafi edemeyeceğini düşünerek adama söylemeden bir iyilik daha yapar. Ona insanların düşüncelerini okuma yeteneği de verir. Adam gözlerini açtığında kendisini sevgilisiyle öpüşürken ve kafasında şu seslerle bulur. 'Iyy nerden buldum bu sersemi şu öpüşme faslını bir an önce kesse de şu bahsettiği hediyeyi çıkarsa artık.' Adam okuduğu düşüncelerin dehşetiyle kızdan uzaklaşır ve Tanrıya yalvarmaya başlar. 'Yanılmışım Tanrım. Benim en mutlu olduğum an babamla birlikte lunaparka gittiğimiz ilk günmüş. Ne olur beni o zamana gönder.' Tanrı adama kıyamaz ve adam gözlerini açınca kendisini babasının elinden sıkı sıkı tutmuş küçücük bir çocuk olarak bulur. Babası gülümseyerek 'nasıl oğlum beğendin mi? ' diye seslenir. Ama tam o esnada içinden de 'Hey allahım ya anasının da misafir ağırlayacağı tuttu, şimdi kahvede okey oynamak varken işin yoksa bu geri zekalıyı avut' diye geçirmektedir. Çocuk kafasını yukarı kaldırır ve Tanrı durumu anlar. Başka bir ana daha gider adam, sonra başka bir ana daha, sonra başka bir an... Hepsinin sonucu aynıdır. Bir sürü denemeden sonra adam artık emin olmuştur. Mutluluk dediğimiz şey kandırmacadan başka bir şey değildir ve ancak karşımızdaki insanların gerçekte ne düşündüğünü bilmediğimiz sürece mümkündür. Kendi mutluluğunu başka insanlarla tanımlayabilen biri gerçekte hiçbir zaman mutlu olmamıştır. Ve en sonunda der ki Tanrı'ya. 'Tanrım, benim gerçekte en mutlu olduğum an meleğinizin bana yanlışlıkla yaşattığı anmış, daha fazla oyalanmadan siz beni yine o ana gönderin..'
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!