Ali Lidar Şiirleri - Şair Ali Lidar

Ali Lidar

40.

David Foster Wallace okuyunca yalnız olmadığımı anladım. Her ne kadar ilaçlarla üstesinden gelemediği süregelen depresyonun sonucunda intihar etmiş olsa da, büyük laflar edip gitmiş gittiği yere..
" Tamam, peki, evet, ama dur biraz tamam mı? Beni anlaman gerek. Tamam mı? Bak. Huysuz olduğumu biliyorum. Bazen biraz içe kapanık olduğumu da biliyorum. Benimle beraber olmanın kolay olmadığını biliyorum tamam mı? Tamam mı? Ama ne zaman huysuz olsam, içe kapanık olsam, benim seni terk ettiğimi ya da sepetlemeye hazırlandığımı düşünüyorsun. Dayanamıyorum buna. Sürekli korkman yoruyor beni. Hangi ruh hali içinde olursam olayım saklamam gerekliymiş gibi geliyor, çünkü sen hemen seninle ilgili olduğunu ve seni sepetleyip terk etmeye hazırlandığımı düşünüyorsun. Bana güvenmiyorsun. Güvenmiyorsun. Yaşadıklarımıza bakarak bana kayıtsız şartsız güvenmen gerektiğini falan söylemiyorum. Ama sen de hiç güvenmiyorsun bana. Ne yaparsam yapayım bana karşı güvenin sıfır. Değil mi? Seni terk etmeyeceğime söz veriyorum dedim ve sen de bu beraberliği uzun soluklu gördüğüme inandığını söyledin, ama inanmadın. Değil mi? Bunu olsun kabul et, edebilir misin? Bana güvenmiyorsun. Hep kaygan zemindeyim. Görmüyor musun? İkide bir sana güven vermekle uğraşamam ki."
Parmenides haklı galiba. Akış yok.. Hareket yok.. Değişim yok.. Dönüşüm yok.. Her şey tek ve bütün ve sabit ve sonsuz.. Diyalektiğin canı cehenneme. Hem Kadıköylü şairin dediği gibi.. "Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir? "

Devamını Oku
Ali Lidar

41.

Canımız çok sıkılıyor. Felaket sıkılıyor.. Eğlenirken, kitap okurken, günlük hayatın bokluklarıyla uğraşırken bir taraftan da sıkılmayı hiç ihmal etmiyoruz. Bizim kuşağın tanımlayıcı özelliği bu olsa gerek. Çok güzel canımız sıkılıyor. Biraz dağılacak gibi olduğunda sıkıntımız, kendimize imkansız aşklar yaratıp, bayılana kadar içip, etrafımızdaki her şeyi kırıp dökerek daha da arttırıyoruz.. Bizim en büyük sermayemiz, can sıkıntımız. Hayıflandığımız bir şey yok, geçip giden güzel günleri iç çekerek anımsadığımız da yok. Galiba güzel günler diye bir şey bile yok. Kaldırımların bir halt bildiği yok, hiçbir devirde muhteşem falan olamadık. Olmayan şeyleri anlatıp, olmayan eski kendimizle gururlanıp tanıdık masallarla soslayarak boktan hayatlarımızı, kendimizi ve başkalarını kandırmak konusunda çok marifetliyiz sadece hepsi bu..

Devamını Oku
Ali Lidar

42.
Her insan bazen kendini çok özel hisseder, dünyanın odağındadır adeta, merkez odur. Her şeyin kendi etrafında döndüğünü, o olmadan hiçbir şeyin anlamlı olamayacağını falan zanneder.. Dünyanın hakimi olmuştur artık. Ve bunu insanlarla paylaşmak ister. Telefona uzanır, ama anlatabilecek kimsesi olmadığını görür. Dünyanın merkezidir o, ama bunu paylaşabileceği kimsesi yoktur.. Sonra ayakları yere basmaya başlar. Bulutlardan inmiştir artık. Yatağına kapanır. Büzülür, büzülür, büzülür.. Küçücük bir nokta haline gelene kadar yaklaştırır diz kapaklarını kafasına. Sonra biraz ağlar. Daha sonra da bunun ne kadar saçma olduğunu fark eder. Sonra konuşur. Kendi kendine konuşur boş boş.. Sonra.. Bundan sonrası yoktur. Hayatın tam da orasına takılıp kalır bazen insan..

Devamını Oku
Ali Lidar

43.

Babalarımız, öğretmenlerimiz ve sevgililerimiz istedikleri gibi olmamız için çekiştirip durdular bizi ve hepsinin istediği de başka türlü adamlar olduğu için gerçekte nasıl olmamız gerektiğini bir türlü anlayamadık. Onların projeleriydik sanki ve 'başarısız hayat projesi' olup çıktık sonunda. 'Kötü yaşanmış hayat garibesi..' Babalarımız kendileri gibi sert erkekler görmek istedi karşılarında, öğretmenlerimiz ise sertliklerimizi törpüleyip diğer koyunlara benzememizi sağlamak için ellerinden geleni yaptı. Onlar etraflarında uslu çocuklar görmek istiyorlardı ve uslu olmayanları zorla uslandırma yoluna gittiler. Kadınlar ise.. Her biri nasıl bir adam yarattıysa kafasında ona uydurmaya çalıştı bizi. Umutsuzca uğraştık aslında onların hayallerindeki adam olabilmek için, olmadı. Komik kopyalar olmaktan öteye geçemedik. İyi niyetliydik ama iyi niyet beceriksizliğimizi ortadan kaldıramıyordu. Bizden bir halt olmayacağını anladıklarında fazla oyalanmadan çekip gittiler. Galiba asıl sorun da bundan sonra başladı. Çünkü onlardan geriye yarım bir iyi niyet ve hayal kırıklığı enkazı kalıyordu her seferinde. Eski bizden kurtulup onların istediği biz olma yolunun tam ortasında bir başımıza kalıveriyorduk. Geri gidip eski kendimize dönemezdik. İleri doğru tek bir adım atmamız da imkansızdı artık. Gücümüz yoktu. Bir tür ruh arafında asılı kaldı içimiz. Birer bilinçsiz uydu misali bulunduğumuz yerde kıpırdamadan, yanımızdan geçecek ve mutlak bir itaatle yörüngesine gireceğimiz yeni gezegenler beklemekten başka seçeneğimiz de kalmamıştı. Daha çocukken köleliğe ve itaate koşullandırılan bizden, başka bir şey de beklenemezdi zaten..

Devamını Oku
Ali Lidar

44.

Söyleyeceğimiz çok şey var aslında. Ama üşeniyoruz. Ve çok sıkıldık. Önceleri müthiş bir hevesle acılarımızı paylaşacak insan ararken etrafımızda, şimdi kimseler soru sormasın istiyoruz. Sorduklarında ise yakınlık derecesine göre 'hayat' ya da 'siktiret' diye cevap verip susuyoruz. Söyleyecek şeyimiz olmadığından değil, söyleyecek çok şeyimiz var aslında ama bugüne kadar anlattıklarımız hiçbir işe yaramadığından konuşmak istemiyoruz. Duyarlılık istemiyoruz, şefkat, acıma, yardım v.s de umurumuzda değil. İstediğimiz tek şey sükunet. Durmadan 'neyin var? ' diye sorular soran bir insandan daha kötü tek şey geliyor aklıma. Durmadan 'neyin var? ' diyen birden fazla insan.. İnsanların bize yapacakları en büyük iyilik çenelerini kapalı tutup aptalca sorular sormaktan vazgeçmeleri. Bize baktıklarında arkamızdaki duvarı gören insanlar istiyoruz çevremizde hepsi bu..

Devamını Oku
Ali Lidar

45.

Uzansan, parmak uçlarınla dokunabileceğin biri gerçekte sonsuzluk kadar uzaksa sana, bu durumu kendine ya da başkasına nasıl anlatırsın? Hadi yine Edebiyata sığınalım. Bu durumla ilgili bir şeyler söyler Cortazar o efsane kitabının ortalarında bir yerlerde. 'İki insanın birbirlerine en uzak olduğu an, karşı karşıya oturmuş birbirlerinin gözlerine bakarlarken söyleyecek tek bir laf bile bulamadıkları andır.' Hiç tanışmayan iki insanın birbirlerine anlatacak bir sürü şeyi olabilir. Dostlar, arkadaşlar, aile fertleri, tanıdıklar.. Herkesin herkesle konuşacak bir şeyleri vardır mutlaka. Ama işte iki insan karşılıklı oturup birbirlerinin gözünün içine bakıyorlarsa ve hiçbir şey konuşmuyorlarsa, konuşulabilecek her şeyi tüketmişlerse.. O zaman rakı kadehleri peş peşe dolup boşalır. Hesap kabarır. Anlatamamanın acısını gölgesine sığındığımız ikindi rakısının şişesinden çıkarmaya çalışırız. Sonrası mutsuzluk işte, dibine kadar mutsuzluk..

Devamını Oku
Ali Lidar

46.

Joyce ve Proust epey yaklaşmıştı. Tabi Dostoyevski'de. Ama en büyükleri dahil hiçbir yazar sıradan insanların sıradan acı ve hayal kırıklıklarının derinliğine inebilmeyi beceremedi. Kelimelerle olmuyor galiba bu iş. Umutsuzca çalması beklenen telefonun bir türlü çalmaması ve bu çalmama hiçliği esnasında yaşanan iç sıkıntısı hangi kelimelerle anlatılabilir? Ya da 'o'nun ağzından çıkan ilgili ilgisiz bütün kelimeleri biriktirip kendi kendimize yarattığımız bir ümit imkansızlığın sert duvarlarına çarptığında, yaşadığımız trajedi nasıl dillendirilebilir? Oğuz Atay'ın dediği gibi.. "Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.."

Devamını Oku
Ali Lidar

47.
4 yaşındaydım. Okumayı da biliyordum bir şekilde. Kolumu kırdım bi gün. Babam çıkıkçıya götürdü beni. Tabi ben bağırıyorum feryat figan. Babam kucağında taşıdı saatlerce. Babamın kucağını hala unutamıyorum, hiç o kadar ısınmamıştım. İçimden dedim ki keşke kolum hiç iyileşmese babam da beni hiç yere indirmese hep kucağında taşısa.. Neyse çıkıkçı kolumu alçıladı sonra dönüşte şimdiki Yimpaş'ın oralarda küçük bir kitapçıdan babam bana Pal Sokağı Çocukları'nı aldı. Banan alınan ilk kitaptı o. Bir insan hiçbir zaman hiçbir şeye bundan fazla sevinemez herhalde. Sevinçten ve kitabın kapağını sağlam olan sol elimle okşayıp durmaktan üç gün başlayamadım okumaya.. Sonra hep okudum ama hiçbir kitabı o kadar okumadım. Niye anlattım şimdi bunu? Bilmiyorum.

Devamını Oku
Ali Lidar

48.
Önce dibe vurmak lazım.. Sonra her şeyi yeniden yavaş yavaş inşa edersiniz. Ama dibe vurmadan olmaz. Çekebileceğiniz acıların sınırına gelip artık hiçbir şeyin canınızı yakmadığını farkedene kadar böyle gider bu. Eğlenmek, etrafa soytarılık etmekten başka bir şey değil çoğu kez bunu da çok iyi bilin. Hayıflanın ya da hayıflanmayın; anlatın ya da anlatmayın, içince ya da içmeden. Biliyorsunuz değil mi bunların hepsi detay?

Devamını Oku
Ali Lidar

49.

Sırtını dönmüş bir kadından daha hüzünlü ne olabilir? Sırt çevirmek diye bir deyim var ya Türkçe'de, işte o "senden artık umudu kestim, ben yokum, kendi başınasın" demek değil mi? Yapmasan böyle. Yüzüme baksan. Yüz yüzeyken seninle, üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey olmaz benim. Gözlerinin her hali, başımın tacı. Onların hüznüne ortak olur, kızgınlığına boyun büker, buğusunda varlığımı eritirim. Ama sen sırtını dönünce, sen sırt çevirince bana, mıknatıssız bir pusulaya dönüyor ruhum. Saçlarının bittiği yer, umutsuzluğumun kıblesi..

Hatırlıyorsun değil mi? Seviştikten sonra bile tahammül edemezdim sırtını dönmene. Kızardın sen de bana, 'ne biçim erkeksin' derdin. Böyle şeyleri kadınlar mesele yaparmış, öyle söylerdin. Olsun derdim ben de, öyleyse öyle. Karanlıkta göremezken bile onları, gözlerimin içine içine bak isterdim hep. Göremezdim ama orada olduklarını, orada olduklarını ve baktıkları yerin benim gözlerimin içi olduğunu bilmek nasıl da mutlu uyuturdu beni. Sırtınla bir sorunum yoktu elbette. Nasıl olsun? Dünyanın en güzel kürek kemikleriyle küsülür mü hiç? Ama benimki de bir tür fedakarlıktı işte. Gözlerin gözlerimden hiç ayrılmasın diye, kalan bütün uzuvlarını taparcasına seyretmekten feragat ediyordum..

Devamını Oku