Ahmet Zekai Yıldız Şiirleri - Şair Ahmet ...

0

TAKİPÇİ

Ahmet Zekai Yıldız

Küf k/okulu asri kalabalıkların
Göz oynaşlarında daha bir yalnızlaşırım.

Saldırgan anılardan kaçar giderim,
melankoli ülkesine.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Zengine bir çöp kürdan olmak için,
Kaç ağaç göçtü bu ormandan, bilinmez.
Yoksula kusur bulan çok olur.
Çok olur çamur atan, dünyada silinmez.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

İnan çok korkutur insanı.
Yok olma duygusu bu tanı.
Damarında aşkla akanı,
Buz gibi dondurmakmış ölmek.

Sorun olmak ya da olmamak.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Yalnızlık, yıldız senfonisi dinlemek.
Aynadakiyle megaloman söyleşi...
Papatya falındaki son yaprak.

Yalnızlık, çobanımsı …
Uzaktan sevmelerin mahcupluğu...

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Sana benziyor,
Henüz mahmuz acısı tatmamış
Dizginsiz yaban atları..
Böyle daha iyisin ama.
Böyle seviyorum seni.
Heybemde vakit akşam üstüdür..

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Hiç günümde değilim.
Gün ışıdı gözlerim açık.

Göz kapağımda,
Gözleri bahardan kalma,
Ucube bir kadın portresi asılı.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Binmişim hayat denen huysuz yaban atına;
Sırat köprüsünde rodeo yapıyorum.
İpin ucunu yitirmişim bir kere.
Ne bindiğim atın gemi elimde,
Ne bulanık suda avladığım balık var oltada.
Zifiri karanlıkta ip/ucu arıyorum.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Ekabir oturmuş,
Masa bildiğiniz gibi.

Kadehi kaldıracak oluyorum,
Kadehler havada.

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Aradığım tatlı an,
Hani yalnız kalmıştık.
Kalbe sevgiler eken,
Gözlerde aşkı bulmuştuk.

İnan buydu güzel yan,

Devamını Oku
Ahmet Zekai Yıldız

Havva ile Adem’den bu yana, Leyla ile Mecnun, Aslı ile Kerem ve Şirin ile Ferhat’ın anlatıları ile büyüdük. Sevgiyi, aşkı onların her biri insanlık dersi olan, masalımsı yaşam öykülerinden öğrenmiştik. Dahası, insana olan sevgilerini Allah aşkına dönüştüren Mevlana’yı ve Yunus’u tüm dünya tanıyarak anlamak için gayret gösterdi.Hala da kafa yormaya devam ediyor, bu büyük aşklara dair. Pek çoğumuz,” Haydi canım! Böyle de sevda olur muymuş? Deli bunlar diyebiliriz. Evet, deli, yani ruh hastası ama nasıl tanımlarız bunu? Topluma ayak uyduramayan, etkilere herkesten daha farklı tepkiler koyan garip davranışlı insanlar mıdır? Yoksa, Tanrı’nın önceki yaşamlarından dolayı lanetlediği meczup yaratıklar mı? Soruya soru ile yanıt vermek doğru bir yaklaşım değil ama, onlar deli ise biz ne oluyoruz? Bu soruya farklı bir söylemle özeleştiri getirmemiz gerekirse; kendi deliliğimizi örtbas etmek için yanlış davranışlarda bulunduğumuzda, filozofça tavırlarla; “her insan biraz delidir,” demez miyiz? Deriz. Eğitim performansı düşük toplumların florasında bol miktarda yetişen yanlış insan profili, ruh sağlığını olumsuz etkileyeceğinden; bunun en doğal sonucu olan deliliğin Tanrı gazabı olmadığı daha yenilerde anlaşılmaya başlandı. Kendi deliliklerini gizleme gereği duymayan, hatta deli olduklarını bile fark edememiş; bebekler kadar temiz birkaç talihsiz ruh hastası insanın otuz yıl öncesinin Keles'inde yaşadığı trajikomik olayların belleğime kazınmış olanları paylaşalım haydi.
Anımsarım da Haydar’lı bir Deli Mehmet vardı, çocukken ardından alay ederek koşuşturduğumuz. Gökyüzünde uçak görünce, “benim tayyarelerim” derdi. Bir rivayete göre şimdilerde asfalt olan Keles Bursa yolunu taş dizerek gösteren fahri mühendis; Haydar'lı Deli Mehmet'ten başkası değildi. Ailesi sağ kolu kırıldığında, dülger Hasan efendiye düzelttirdikleri için çocuk yaşlarında çolak kalmıştı. Sol ayağını da askerde sıhhiye olduğunu söyleyen Rıza emminin iğnesi topal etmiş. Aklı ise ateşli bir hastalık geçirirken, “bu çocuk cinlere karıştı” düşüncesiyle yazdırılıp boynuna asılan, Baraklı’lı Durmuş Hocanın muskaları ile eksik kalmıştı. Sonuç olarak Haydar’lı Deli Mehmet, kısa bacağı, bükük kolu ve eksik aklı ile ne güzel özetliyordu az gelişmiş ülkesini. Ama sevdiği oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi ağlamaklı ve safiyane gülümseyen yüzü ile her an mutlu veya mutsuz görebileceğiniz karmaşık bir portre çiziyordu çevresine.İşte böyle bir portreyle gönderildi, kendi kaderi gibi eğri büğrü çizdiği Keles yollarından, bir daha dönemeyeceği Bakırköy Ruh ve Sinir Hastahanesine. Ve usanmadan ve yorulmadan adımladığı dağ yollarında, biz deli olmayan insanlardan korkarak; anısına yazdığım şiirin dizeleri arasında saklandığını düşünüyorum.
Yol sordum kaderime.
Ölümden ötesi var mı, diye?
Ölümden ötesi, deniz dediler.
Hemen gittim baktım denize.

Devamını Oku