Yetmişli yılların başıydı o zaman.
Küçük bir ocağımız vardı zirvede.
Hocamız seminer verir her Perşembe.
Arkadaşları derdim, gel sen de dinle.
İlim, irfan yuvası, saygıda önde.
Gönül yorgun oldumu,
Kalp kırığı onmuyor.
Unutmaya çalışsanda,
Eski defter silinmiyor.
Ayrılık ruhta mı, tende mi?
İşgal Başlamış Uyan Millet!
Bir bahar günü, hava öyle sıcak ki; Güneş sanki kavuruyor. Zaten Aydın’ın sıcağına anlatmaya gerek var mı bilmem. Kendimi Cumhuriyet meydanındaki ulu çam ağaçları ile kaplı parkına attım. Çocukların oyunlarına seyrederken, onların cıvıltıları arasında şöyle maziye daldım gittim.
Cumhuriyet döneminden önce burası mezarlıkmış. Acaba hangi yiğidin mezarının üzerinde oturuyorum. Kimin kemiklerini sızlattım diye düşünürken gözüm Atatürk büstüne kaydı. Ulu önder azametiyle karşımızda duruyordu. Onu minnetle yâd ettim. Ruhuna, bilmiyorum kaç fatiha gönderdim. Kurtuluş savaşı dönemi gözümün önünden akıp gitti. Sanki ulu önder tekrar “ İlk hedefiniz Akdeniz” emrine yeniden veriyor gibiydi.
Sanki tarihin omzumuza yüklediği ağır yükün altında kalmış gibi kendimi yorgun hissettim. Çocukların gürültüsüyle günümüze döndüğümde az ilerideki Çanakkale şehitler Abidesi’ne gözüm ilişti. Aydınlı şehitlerin isimleri yukarıdan aşağıya sıralanmış, sanki bizden davacılarda bize şahitlik etmek için şimdi de orda nöbet tutuyorlar. İnsanlarımız ise abidenin önüne oturmuş çekirdek yiyorlar. Farkında bile değiller. Bizler için, vatan için, bayrak için, din için canlarına feda eden bu kahraman şehitlerimizin varlığından bile habersizler. Bu milleti neler oluyor böyle? Böyle değildik biz. Her karışı şehit kanıyla sulanmış vatanın evlatları hem de şehit torunları olarak bu kadar duyarsız olamayız. Ölü toprağı mı var üzerimizde? Bizi kim uyandıracak ölüm uykusundan, bilmiyorum. Bilemiyorum.
Böyle karma karışık duygular içinde kendimle mücadele ederken acı bir fren sesiyle irkildim. Keşke hiç uyanmasaydım o ruh halimden. Yolun ortasında kalan Şehitler Abidesi sivrilmiş gökyüzüne doğru uzanırken sanki benden tarafa dönüp yüreğime saplandı. Cennet mekân Yörük Ali Efe gözümün önünde canlandı. Sabahattin BURHAN hocamın kitabında okuduklarım yıllar sonra tekrar gözümün önünden sinema şeridi gibi akıp gitti…
Yollar, her kıvrımda bizden yoldunuz.
Hep ellerimi böyle bom boş koydunuz.
Kimleri götürmedin ki, hiç getirmediniz.
Gözler yaşlı, boynu bükük koydunuz.
Hatıraları da söküp içimden götürün.
Hani bazen hüzün çöker ya,
Kumsalda yürürsün, yalınayak.
Adımların küçülür,
Gölgen büyür, ince uzun.
Kulak verirsin gölgenin gürültüsüne.
Bakarsın yerde bıraktığı izleri.
Şaşırtmasın kimseye geri gelişim.
Unuttuğum anıları almaya geliyorum.
Sus sessiz kal, incinmesin hatıralarım.
Topladım anılarımı, artık gidiyorum.
Çok yorgunum, çekmiyor ayaklarım.
Savaş mı çıktı yoksa ben mi duymadım?
Barış varda yoksa ben mi sormadım?
Her gün şehit tabutu geliyor, nerden bunlar?
Savaş oluyor da yoksa ben mi duymadım?
Askerimizi vuruyorlar, barış varsa kim bunlar?
Bir yaramaz Muhammet vardı sınıfta.
Gözleri yeşil, birazda tombulca.
Gururlu, bakımsız, biraz fakirce.
Elleri kirli, elbisesi eskice işte.
Pazara gider anaları saat üçte.
Sevgi var canana,
Su gibi akar gider.
Sevgi var Allah’a,
Yunus gibi yakar gider.
Sevgi var vatana,
Tekir yaylası öksüz,
Tekir yaylası sessiz.
Kurultay yok artık.
Şehitlerde gelmez Tekir’e.
Ahrette toplanıyor şehitler.
Kurultayımız orda bu gece.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!