Tûtî-i mu'cize gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyinesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Önce gözlerimde ölürsün sen
.................................................
Esrarengiz bir limanda el sallarım ardından
Sen unutulmanın enginlerine yelken açarken
Kendimi daha yakın hissederim göklere
Büyür ciğerlerim,tüm kâinatı alacak kadar
Gecenin siyâhlığı
Yine çöktü her yere
Saadetlerdir giden
O dönülmez sefere
Güneşin damlaları
........................................................................
Nerden çıkıp gelinir? ve kimdir gönderilen?
Hepsi birer muamma…kimdir görevlendiren?
Tükenmişti tüm sözler ve sözlerin yolları
Işığın, ılık ılık,benliğime dolardı
Her yer kapkaranlık,zifirî gökler
Bürünmüş gecenin sihrine bekler;
Bekler uzaklara gitmiş sabâhı
Başka bir çâresi yok gibi bekler
Tortulaşan,denizin en dibinde
Islak bir yol gidiyor,kollara ayrılıyor
Ben yolun gidişine ayak uyduruyorum
Birileri bu eyleme” yürüyüş” diyorlar
Bence yürüyen hep yol,ben geri kalıyorum
Yapraklar görüyorum yol boyunca, uzanmış
Başka hiç kimse yoktu, kendimle aldatıldım
Lime lime edilip sokaklara atıldım
Adım attığım yerden kayarak gitti zemin
Karanlık bir gecede, boşlukta kalakaldım
Fayda yok hiç bir şeyden,artık bunu anladım
En büyük yalnızlığa kırılmışsa kalemim
Tutulmuşsa yollarım,bağlanmışsa ellerim
Değil mi ki,hayâlin,bırakmıyor peşimi
Eriyip yok olsam da,en güçlü,gene benim
Her gerçek kadar gerçek,her yalan kadar yalan
Kurtarıp tüm cezbelerden ayağa kaldıran
Ümit olmalı seni, her sabâh uyandıran
Parladığı gibi, ilk ışığında sabâhın
O olmalı gene, kopkoyusunda siyâhın
Mekteb-i aşka düştü yolumuz
Kaderin ipiyle bağlı kolumuz
Göklere çıkmaya olsa da yollar
Toprağa saplanmış ayaklarımız
Leylâk kokusu, sinmiş hâtıralara
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!