Bulutların yırtmacından sızarken güneş
yakar alev alev dudakları kurumuş
çorak toprağı.
Gökyüzünde sessiz ve durgun
ateş damarları.
Nerdesiniz yağmur damlaları!
Dolusun sen dostum,
Senin yüreğin dolu.
Balta ile budamışsın
yaslandığın ağacın dallarını.
Seyre dalmış hayallerin
umutsuz kalıntıları.
Biraz rüya topladım
Eskimiş defterimden
Sayfaları yokladım
Silinmiş beynimden.
Biraz sayfa topladım
Bir yağmur fırtınası
zamanın diğer yakasında.
Gizem ve toprak kokusu.
Öylesine bedava, güvenli
dönüyoruz yeryüzünün
Git başımdan...
Yoğurma haram terinle,
her gün ekşi hamurunu
simidimin.
Çay molası yatıyor
Dem tuttuğunda yufka yürek,
en ufak sırları süsü olur
gözlerin.
Bir çınar olur, dev bir çınar.
Duvardaki haritası insanlığın -
Mucizeydi erken gelişimiz
Ve yanlış hesaplanan uzaklık,
her gün hafif öfkeli.
Tavuktan önce yumurta misali.
Dağınık ve korkak mıyız ne!
Ne zaman biraz sevinç
taşımak istesem
doğacak yeni bir güne
İmgeler yüreğimde düğümlenir.
Kifayetsiz kapanır perdeler…
Ağır ağır.
Gönüllü zamanın ıslak gömleğini
geçirmiştik sırtımıza.
Ter kokuyordu o devirde
can yeleğimiz
Hükümleri sorgusuz içiyorduk habire.
Çalıyordu düşlerimizi
Tohumuyuz toprağın.
Dikili gövdemizin
köklerine güvendiğimiz.
Dar yollarda geçitlerin
tekin dişli hamçerleri.
Yahya Akbulut demek; kendini, derdini, gördüklerini, en acımasız durumları bile o sıcak yorumuyla, sanatsal kaygılardan uzak ama baştan sona sanat dolu anlatabilmek...