Asil bir yokluğun içinde
başlıyor yolculuğumuz.
Ömrümüz gerçek bir gösteri…
Ya sonra!
Ardımızda kalan ince bir yol.
Çöker ya kara bulutlar
odanın havasına.
Kendini beğenmiş sonsuz bir öfke.
Faust gibi nedense!
İğrenç, ne kadar da taraflı
Batan gemilerin bir öyküsü sanki.
Soyunuyor varoluşum
Soyunuyor doyumsuz bir kaos içinde.
Çekilmişim sessiz bir sokağın
en ücra köşesine, güneş alıyorum.
Aslında bilmez miyim ben buyum.
Biraz da üzülüyorum!
Beğenmediler...
Avucumuzda taşıdığımız
sönmeyen ateşi.
Teğet geçtiler...
Ölümü bile göze alan
Avuçta kırıntıların
evrende dolaştığı ne yön,
ne istikamet.
Yeryüzünde kuruntuların yıllarca
bedeli gönüllü yargıç.
Düşünme, ıslansın arzular.
Geleceğim elbet bir gün
Geleceğim kör inatla
Yüreğim hala firarda.
Ilık yaz yağmurları sürüklüyor
Anlamsızdır büyüklüğü sözlerin
Paylaşımdan geçer her ilham
Tesadüfen yaşadığım evrenin
Zerresiyim, kederlerim intikam.
Özenilmez kaygıların gücüne
Perçemini omuzlar arasında
yatan kellemin
Savurmuyor artık eskisi gibi
deli rüzgar.
Çekilmişim kırılgan zamanın
en son teftişine.
Yüreğimin tamamı
mum ışığındaki alev.
En masum ve çocuksu
düşlerimde.
Zamanın içersinde hayâl
Çiçekler göndermek istedim
İlahlar kadar güzel, sıcak
Yağmurdan ıslak, binlerce güller.
Dikensiz, rengarenk...
Yapamadım!
Yahya Akbulut demek; kendini, derdini, gördüklerini, en acımasız durumları bile o sıcak yorumuyla, sanatsal kaygılardan uzak ama baştan sona sanat dolu anlatabilmek...