Yıllar bedenimde izlerini
Zaman yılların özlemini
Gözlerinde gizlemiş.
Bitmeyen ilkbahar geceleri
Beyaz giymiş gelin gibi.
Önce acı ve keder...
Sonra sonsuz mavilikler
sürüklüyor bakışımı gökyüzüne.
Eriyor tuvalinde semaların
soğuk mavi renkler.
Bir cehennemdi seksen beşin Ocak’ı
Bir kabus sessizliğin içinde
Bitmeyen hüzün çaresizliğin peşinde
Yüreğim acılarla kelepçeli, paramparça.
Bedenim meşale ateşten gömlek
Susuzluktan alevlenmiş gözbebeklerin
Heyecanlı bakışların altında
Simsiyah, kömür rengi kirpiklerin
Mum gibi erirsin karşısında.
Alevlenir kalbin, küllerinden aşk doğar
Büyütürsem gözümde korkuları
Sahillere vurmadan gemilerim
Denizin akıtırsam sularını
Kararsızlıkta cevabım istensin.
Sorguda mı yüzümdeki çizgiler
Vurgun yediğim saatlerde her seher vakti
Yudumlarken keyiften az şekerli kahvemi
Gövdesinden koklarım inadına gülleri
İnsafsızca saplanır bağrıma dikenleri.
Yeşil çimenlerden rüzgar alırken rengini
Bir çocuğum ben yaşlanmış
Belki başkalarının yüzünden
Düşlediğim dünya yalanmış
Saçlarımda ak, anlımda kırışıklar.
Yaşamdan bir şeyler kaçırdım
Eğer bir gün...
Güneş batmadan
yorgun ufkun pençesinde,
nefesi tükenmiş, ışıklar sönük
Ansızın kader kapımı çalarsa,
huzurluyum, bilirsin!
Derin ve yaşlı göz kapakların.
Konuştuğun ıslak dilin
senin yüreğin.
Ve onurlu yalnızlığın üstüne
can çekişen sözlerin,
Dost yarası alıyoruz
en derinden.
Engebeli kaldırımlarda.
Acısı gövdemizde saplı.
Kul yarası alıyor itler
Yahya Akbulut demek; kendini, derdini, gördüklerini, en acımasız durumları bile o sıcak yorumuyla, sanatsal kaygılardan uzak ama baştan sona sanat dolu anlatabilmek...